Cilt:60 Sayı:02 (2020)
Permanent URI for this collection
Browse
Browsing Cilt:60 Sayı:02 (2020) by Title
Now showing 1 - 20 of 26
Results Per Page
Sort Options
Item 93 Harbine giden buhranlı dönemin bazı siyasi olaylarının Fransız büyükelçilik yazışmalarına yansımaları(Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, 2020) Uygur, Fatma; Other; OtherOsmanlı Devleti'nin tasfiyesi anlamına gelen Şark Meselesi bağlamında 93 Harbini içine alan 1875-1878 yılları, devletin kaybettiği toprak, insan ve prestij bakımından Türk tarihinin buhranlı dönemlerinden biri olmuştur. Avrupa güç dengesi siyasetinde, büyük güçlü devletler, Osmanlı Devleti'nin toprak bütünlüğünü koruma politikasından, birbirlerini diplomasi yoluyla vazgeçirmeye başlamışlardır. Fransa ise Rusya, Avusturya- Macaristan, İngiltere ve Almanya'yı güvenilmez olarak görmüş kendi ajanları ve yetkin diplomatları sayesinde bu ülkelerin aralarında gizli görüşmeleri önceden tespit edip buna göre pozisyon almış veya konjonktürün gereğini kabul etme çabası içine girmiştir. Fransız Büyükelçiler gizli, çok gizli ve hususî ibareli belgelerle, başta Rusya olmak üzere, İngiltere, Almanya, Avusturya-Macaristan ve diğer ülkelerin diplomatik bilgilerini veya hamlelerini Fransız Dışişleri'ne aktarmışlardır. Kritik anlarda atılan adımlar, memorandumlar, notalar, acil telgraflar, kısa notlar, şifreli yazılar veya teferruatlı raporlar bu sürecin önemini ortaya koymuştur. Bu çalışmada, Fransız Büyükelçilik yazışmalarında ele alınan, Hersek ayaklanması, Bulgar isyanları, Selânik vakası ve akabinde vuku bulan kritik konular ele alınmıştır. İstanbul, Paris, Londra, Berlin, Viyana ve Saint-Petersbourg gibi merkezlerde bulunan Fransız Büyükelçilerin, bu olaylara değin diplomatik görüş ve düşünceleri ortaya konulmuştur. Bu süreçte, Avusturyalı Kont Andrassy, Rus General İgnatief ve Fransız Dük Decazes gibi dönemin öne çıkan güçlü diplomatik ve siyasi figürlerinin karşılıklı olarak başlattıkları yazışmalar incelenmiştir. Hiç şüphesiz Fransızların olaylara bakışında ilgili bölgeden gelen taraflı elçilik raporları etkili olmuştur. Ancak Fransa'nın politik tutumunu ortaya koyması bakımından dikkate değer kabul edilmiştir.Item A deconstructıve comparıson of the anachronısm ın the hermeneutıcs of gadamer and hırsch wıth a reference to “kıng oedıpus” and “hamlet"(Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi, 2020-01-01) Özgür, Nilüfer; Other; OtherLiterary criticism has undergone a long journey with the discussion of authorial meaning and intention, regarding the historical period in which the literary text has been produced and interpreted. Hans-Georg Gadamer and Eric Donald Hirsch Jr. stand out as two canonical names that have lead intense discussions on the problem of historicity and anachronism, and have contributed to the science of interpretation—hermeneutics—in ways contrasting with each other. This comparative essay rests on their major works—Validity in Interpretation, by Hirsch, and Truth and Method, by Gadamer. It looks through the lenses of Deconstruction, however, as it attempts to apply their hermeneutics in literature. This analysis is limited to the primary works of Gadamer and Hirsch because it mainly seeks to contrast their positioning on the basis of historicity, by making succinct references to two masterpieces in literature—Sophocles' play King Oedipus and W. Shakespeare's Hamlet. It intends to demonstrate how Deconstructionist criticism, particularly through the ideas of Barthes and Derrida, creates a theoretical and philosophical ground for the discussion of literature in general and for anachronistic reading in literary texts.Item A.s. Byatt'ın Çeşm-i Bülbülün İçindeki Cin Hikâyesinde Türk Kültürü ve Oryantalist Söylemin Çöküşü(Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi, 2020-01-01) Kurt, Zeynep Yılmaz; Other; OtherA.S. Byatt'ın olaylarının büyük bir bölümü Türkiye'de geçen “Çeşm-i Bülbülün İçindeki Cin” adlı hikâyesi, Doğu-Batı karşıtlığı üzerine kurgulanmıştır. Avrupalı entelektüel bir kadının İstanbul'da aldığı çeşm-i bülbül bir şişeden çıkan Cin'le ilişkisini anlatan hikâye, Oryantalist Doğu algısı ile Batının kendi ataerkil kültürü arasında paralellik kurarak, batı kültürünün ikili karşıtlıklar üzerine kurgulanmış temeline dikkat çeker. Bu çalışmada, mekân olarak Doğu-Batı arasında eşik konumunda bulunan Türkiye'nin özellikle seçilmiş olmasından yola çıkılarak, yazarın batı kültürünün temelini oluşturan ikili karşıtlıkları yıkmayı amaçladığı ileri sürülmektedir. Hikâyenin temel metaforunu oluşturan çeşm-i bülbül şişenin ise, sadece karma doğu-batı yapım tekniği ile değil dört temel elementi barındırma ve hem var olup hem de görünmez olma özelliğiyle bütüncül gerçeklik algısını temsil ettiği vurgulanmaktadır. Batının ayrıştırıcı “ya, ya da” gerçeklik algısına karşın doğunun bütünleyici “hem, hem de” gerçeklik algısı üzerinde durularak, öteleyici tüm sınırların yıkıldığı sonucuna varılmaktadır.Item Ankara ili Keçiören ilçesi'nde açık yeşil alanlarının değerlendirilmesi(Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, 2020) Karabacak, Kerime; Coğrafya; Dil ve Tarih-Coğrafya FakültesiKentsel açık yeşil alanlar sürdürülebilir kentsel gelişimi hedefleyen stratejik bir planlama aracıdır. Kentleşmenin önemli bir yönü olan açık yeşil alanlar kent nüfusunun fiziksel, sosyal ve psikolojik refahlarını iyileştirerek yaşam kalitesini artırmaktadırlar. Kentlerde her geçen gün yeşil alanlara olan talebin de artmasıyla, özellikle gelişmekte olan pek çok ülkede kentlerdeki yüksek düzeyde kentleşme ve genişleyen eşitsizlikler nedeniyle yeşil alanların değerlendirilmesi gerekmektedir. Türkiye'nin ve Ankara'nın en kalabalık ilçelerinden biri olan Keçiören ilçesi çalışma alanı olarak belirlenmiştir. Keçiören İlçesi'nin metropol alanında bulunan 45 mahalle çalışmaya dahil edilmiştir. Türkiye'de kişi başına düşen açık yeşil alanların standardı 10 m²/kişidir. Ancak şehir parkı olmayan alanlarda kişi başına açık yeşil alan 6,5 m² olarak da ele alınmaktadır. Çalışma alanında kent parkı olmamasından dolayı her iki standarda göre değerlendirme yapılmıştır. Keçiören İlçesi kentsel alanında bulunan 45 adet mahallede mevcut durumda 4.737.740 m²'lik alana sahip 526 adet aktif açık yeşil alan olduğu ve kişi başına 5,2 m² açık yeşil alan düştüğü belirlenmiştir. 6,5 m²/kişi eşiğini 9 mahallenin aştığı, geri kalan 36 mahallenin ise bu oranı sağlayamadığı tespit edilmiştir. Ayrıca Keçiören Belediyesi tarafından yapılması planlanan açık yeşil alanların tamamlanması durumunda; 7.360.341 m²'lik açık yeşil alana sahip olacağı ve kişi başına düşen açık yeşil alanın 8 m² düzeyine yükseleceği belirlenmiştir. Genel olarak çevre yolunun kuzeyinde yer alan yakın zamanda kentsel dönüşüme girmiş yeni yapılaşan çevre mahallelerde açık yeşil alanların daha fazla olduğu, yoğun ve sıkışık yerleşmelerin hâkim olduğu merkez mahallelerde ise açık yeşil alanların yetersiz olduğu görülmüştür.Item Başını Eğmeyen Celileler, Cavideler, Cevriyeler: Suat Derviş'in Romanlarında Ahlâk Meselesi(Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi, 2020-01-01) Erkoç, Gülçin Oktay; Other; OtherEdebiyat tarihimizin unutulmuş/unutturulmuş kadınlarının sayısı bir hayli kabarıktır. Bu isimlerden biri de 1903-1972 yılları arasında yaşamış, çeşitli gazete ve dergilerde tefrika edildiği tespit edilen otuzdan fazla roman yazmış Suat Derviş'tir. 1990'lı yıllara kadar çoğu okuyucunun ismini dahi duymadığı Derviş, Oğlak ve İthaki Yayınları'nın yazarın eserlerini yeniden basmasıyla birlikte gündeme gelir. Suat Derviş ismine aşina okuyucular ise onu ya Fosforlu Cevriye'nin Cevriye'si ya da Ankara Mahpusu'nun Zeynep'i üzerinden tanırlar. Oysaki Suat Derviş, 1920'li yıllardan beri basın-yayın dünyasının içinde yer almış, birbirinden değerli eserlere imzasını atmış bir kadındır. Üstelik Derviş, sadece siyasî görüşlerini yansıtan eserler yazmamış, gotik öğelerle örülmüş olaylardan aşk acılarına kadar uzanan geniş temalar üzerinde durmuştur. Bu anlamda onun eserlerinde “fahişe”ler, “alt” sınıftan insanlar, aldatan kadınlar olduğu kadar “aile kızları”, “üst” sınıftan kişiler, aldatılan kadınlar da vardır. Yazarın eserlerinde öne çıkan bu kadınlar, onun ataerkil bir toplumda kadın olmanın ne demek olduğuna dair algısını ortaya koyarken bir yandan da toplumun ahlâk anlayışını sorguladığı bir malzemeye dönüşür. Ayrıca bu sorgulayış sadece kadınlar üzerinden de yürütülmez. Kadını ve erkeğiyle Derviş'in roman karakterleri, bir devrin ve toplumun içerisinde büyürler ve şekillenirler. Bu anlamda, Suat Derviş'in toplum ile münasebetini anlamak ve ortaya çıkan tablonun yazarın kişiliği, kadınlığı ve yazarlığı hakkında ne anlattığını görebilmek için konu hakkında tipik örnekler veren metinlerine odaklanmak gerekir.Item Başını eğmeyen celileler, cavideler, cevriyeler: Suat Derviş'in romanlarında ahlâk meselesi(Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, 2020) Erkoç, Gülçin Oktay; Other; OtherEdebiyat tarihimizin unutulmuş/unutturulmuş kadınlarının sayısı bir hayli kabarıktır. Bu isimlerden biri de 1903-1972 yılları arasında yaşamış, çeşitli gazete ve dergilerde tefrika edildiği tespit edilen otuzdan fazla roman yazmış Suat Derviş'tir. 1990'lı yıllara kadar çoğu okuyucunun ismini dahi duymadığı Derviş, Oğlak ve İthaki Yayınları'nın yazarın eserlerini yeniden basmasıyla birlikte gündeme gelir. Suat Derviş ismine aşina okuyucular ise onu ya Fosforlu Cevriye'nin Cevriye'si ya da Ankara Mahpusu'nun Zeynep'i üzerinden tanırlar. Oysaki Suat Derviş, 1920'li yıllardan beri basın-yayın dünyasının içinde yer almış, birbirinden değerli eserlere imzasını atmış bir kadındır. Üstelik Derviş, sadece siyasî görüşlerini yansıtan eserler yazmamış, gotik öğelerle örülmüş olaylardan aşk acılarına kadar uzanan geniş temalar üzerinde durmuştur. Bu anlamda onun eserlerinde “fahişe”ler, “alt” sınıftan insanlar, aldatan kadınlar olduğu kadar “aile kızları”, “üst” sınıftan kişiler, aldatılan kadınlar da vardır. Yazarın eserlerinde öne çıkan bu kadınlar, onun ataerkil bir toplumda kadın olmanın ne demek olduğuna dair algısını ortaya koyarken bir yandan da toplumun ahlâk anlayışını sorguladığı bir malzemeye dönüşür. Ayrıca bu sorgulayış sadece kadınlar üzerinden de yürütülmez. Kadını ve erkeğiyle Derviş'in roman karakterleri, bir devrin ve toplumun içerisinde büyürler ve şekillenirler. Bu anlamda, Suat Derviş'in toplum ile münasebetini anlamak ve ortaya çıkan tablonun yazarın kişiliği, kadınlığı ve yazarlığı hakkında ne anlattığını görebilmek için konu hakkında tipik örnekler veren metinlerine odaklanmak gerekir.Item Bombay şehbenderi Ali Galip Bey'in Hind Adaları ile ilgili izlenimleri(Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, 2020) Kılıç, Selda; Tarih; Dil ve Tarih-Coğrafya FakültesiXIX. yüzyılın başlarında ortaya çıkan şehbenderlikler kısa sürede hem dünyanın değişik yerlerine yayılmış hem de yapısal ve işlevsel birçok değişikliğe uğrayarak uluslararası diplomasimizin önemli bir parçası olarak Osmanlı Devleti yıkılıncaya kadar önemli hizmetler vermiştir. "Devlet-i Aliye'nin reaya ve tüccarının her türlü işine yardım ederek, devlet-i âliye bayrağının hürmet ve itibarının sağlanması" amacıyla tayin edilen şehbenderler, bulundukları yerlerde Osmanlı Devleti'ni temsil etmişlerdir. Bu çalışmada, belgelere göre, 1886 tarihi itibarıyla Bombay'da Başşehbenderlik yapmış olan Ali Galip Bey'in Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nden elde edilen layihası irdelenmiştir. Bölgenin coğrafyasını yakından bilen Ali Galip Bey, bölge ile ilgili önemli bilgiler vermektedir. Ayrıca II. Abdülhamit'in özellikle Müslümanların ağırlıkta bulundukları alanlarda uyguladığı Pan-islamist politikası hakkında da bilgi aktarmaktadır.Item Bruno'yla birlikte doğan yeni madde kavrayışının ardındaki aristotelesçi devler savaşı: İbn Sînâ'yla birlikte yükselen maddenin sesinin aquinas'ın tâbi olduğu gelenek tarafından bastırılışı(Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, 2020) Demir, Barışcan; Other; OtherBu çalışmanı temel amacı, taşıyıcı madde kavrayışının Aristoteles'ten Bruno'ya dek nasıl bir yol izlemiş olduğunu ortaya koymaktır. Bu amaç doğrultusunda ilkin, Aristoteles'in ontolojisinde madde ve nous'un nasıl ele alındığı açığa çıkartılacaktır. Bunun ardından, Plotinos'un madde ve nous'u ne bakımdan Aristoteles'in çizdiği çerçevenin dışına çıkacak şekilde yorumladığından ve bu yorumun da, Ortaçağ'a, maddeyi tümüyle negatif ve nous'u ise yüce bir unsur olarak değerlendirme mirasını nasıl bırakmış olduğundan bahsedilecektir. İbn Sînâ ise, kendinde barınan Yeni Platoncu öğeler dolayısıyla, kendi özgün madde kavrayışını bütünlüklü bir anlatıya dönüştürerek geleneğin kabuğunu parçalayamamış olan, fakat Aristotelesçi pozitif madde kavrayışının tekrar doğmasını sağlayarak, Bruno'ya doğru ilerleyen maddeci hattı genişleten bir figür olarak değerlendirilecektir. Daha sonra ise, Aquinas, Plotinos'un yarattığı geleneğe bağlı kalarak ilerleyen, nous'u öte dünya tiniyle özdeşleştirmeyi deneyen dizgesiyle de, İbn Sînâ'yla birlikte yavaş yavaş sesini yükseltmeye başlamış olan maddeci hattı bastıran bir figür olarak ele alınacaktır. Son olarak da, Bruno'nun ve onun kendine özgü madde kavrayışı temelinde yükselen evrenin sonsuzluğu fikrinin, nasıl olup da geleneğin ablukasını parçalayarak düşünceyi euporia'ya ulaştırmayı başarmış olan bir Yeni olarak belirebildiği ortaya konulacaktır.Item Didier Daeninckx'in “La Mort N'oublie Personne” başlıklı romanında işgal, direniş ve adalet(Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, 2020) Özkan, Ahmet; Other; OtherÇağdaş Fransız yazınının en üretken isimlerinden biri olan Didier Daeninckx, özellikle kara roman türünde verdiği eserleriyle Fransa'nın yakın geçmişini mercek altına alır. XX. yüzyılın tarihsel kilometre taşları sayılabilecek II. Dünya Savaşı, Yahudi Soykırımı, Sömürgesizleştirme Dönemi, Cezayir Savaşı ve 1968 Mayıs Olayları gibi hadiselerin ve dönemlerin karanlık yönlerini kendi yaşamından ve tanıklıklarından yola çıkarak anlatır. Daeninckx, eserlerinde söz konusu olayların bireyler üzerindeki etkilerini ortaya koymak için, öncelikle bu olayların bilinmeyen yönlerini romanlarına bir arka plan olarak seçer. Bir tarihçi titizliğiyle karanlık yönlerini aydınlatmaya çalışır. Bireylerin büyük Tarih karşısındaki konumlarının sorguya açıldığı bu romanlarda yazar, mikrotarih yöntemini kullanmıştır. Söz konusu yöntem bireylerin geçmişlerini şekillendiren bu olayların şimdileri üzerindeki etkisini incelemeyi olanaklı kılmıştır. Yazarın olay kurgusunun merkezine koyduğu “sorunlu geçmiş” kavramı Fransa'nın ulusal hafıza sorunuyla açıklanır. Bu çalışmada, Didier Daeninckx'in “La mort n'oublie personne” (1989) başlıklı romanında sıradan karakterler üzerinden İşgal ve Direniş kavramlarına, direnişçilerin faaliyetlerine, işgalle fiziksel olarak bölünen Fransa'nın manevi olarak nasıl iki tarafa bölündüğüne değinmeye çalışılacaktır. Çalışmada, Fransa'nın Pas-de-Calais bölgesindeki sıradan maden işçilerinin oluşturduğu, işgalcilerle birlikte hareket eden Fransızlara karşı mücadele veren küçük direniş gruplarının faaliyetlerinin kimi suçlar için bir kılıf haline gelmesinin Direniş hareketi algısını zamanla nasıl değiştirdiğine odaklanılacaktır. Nazi kamplarının bireysel hafızalarda yarattığı tahribata ve lekelenen Direniş hareketinin savaş sonrası dönemde adalet karşısındaki konumuna değinilirken, II. Dünya Savaşı Fransası'nın bir panoramasının çıkartılması amaçlanmaktadır. Bu doğrultuda Michael Rothberg, Olivier Wieviorka, Marianne Hirsch gibi araştırmacıların görüşlerinin Fransız ulusal hafızasında derin izler bırakan bu büyük savaşın bireysel hafızalarda sebep olduğu travmaları açığa çıkarmada çalışmaya ışık tutması düşünülmektedir.Item Erken Cumhuriyet Döneminde Kimsesiz Çocuklar Olgusuna Dair Bir Vaka Takdimi Ve Analizi(Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi, 2020-01-01) Çiçek, Nazan; Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi; Siyasal Bilgiler FakültesiBu çalışma Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri'nde bulunan ve 1936-1939 yıllarını kapsayan bir dizi belge üzerinden erken cumhuriyet döneminde kimsesiz çocuklar meselesinin görünümlerine dair bir vaka sunumu ve değerlendirmesi gerçekleştirmektedir. Bir toplumsal inşa kategorisi olarak çocukluğun olumsal ve akışkan olduğu ve her toplumda değişen değer sistemlerine ve dünya görüşlerine bağlı olarak zaman içinde yeniden icat edilme ve yeniden yapılandırma süreçlerine tabi olduğu bilinmektedir. Çocukluğun yeniden keşfi ve yeni rejimin gerekleri doğrultusunda işlevsel bir söylemsel araca dönüştürülmesi de ulus-devlet inşası süreçlerinde aşina olunan bir olgudur. Bu olgu Türkiye örneğinde erken cumhuriyet siyasa üreticilerinin ve rejime destek veren kültürel sermaye sahibi elitlerin verdiği isimle “çocuk davası” olarak bilinir ve çocuğun biyo-politik iktidar teknolojilerinin, yurttaş inşası pratiklerinin ve toplum için Batılı değerler ve normlara referansla kurulmak istenen yeni habitusun merkezine yerleştirildiği ve çocuğun anlamı ve değerine dair yeni bir kavrayışın yerleşebilmesi için söylemsel bir seferberliğin yürütüldüğü bir sürece işaret eder. Bu süreçte kimsesiz çocukların yerinin ne olduğuna dair çıkarımlar yapan bu çalışmada çocuğa dair resmi söylem ile somut vakalarda işleyen dinamikler arasındaki farkın nasıl açıklanabileceği sorgulanmaktadır. Böylece kimsesiz çocuklar meselesi geleneksel olarak içine yerleştirildiği sosyal hizmetler tarihi alanından çocuk tarihi alanına taşınarak çocuğun ve çocukluğun anlamı tartışmasına somut bir vaka üzerinden veri sağlamak amaçlanmaktadır.Item Gabriel García Márquez'in “Kırmızı Pazartesi” adlı romanında toplumun suçla olan ilişkisi(Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, 2020) Çangur, Melike Yazıcı; Batı Dilleri ve Edebiyatı; Dil ve Tarih-Coğrafya FakültesiBu çalışmada Kolombiyalı yazar Gabriel García Márquez'in 1981 yılında kaleme aldığı ve kendisine Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazandıran kısa romanı Crónica de una muerte anunciada'da (Kırmızı Pazartesi) toplumun suçla olan ilişkisi ve edebi bir tür olan gerçek suç üzerinde durulacaktır. Bu amaçla öncelikli olarak gerçek suçun ne olduğu açıklanmaya çalışılacak ve aynı zamanda eserde toplumun suça karşı sessizliği seçmesinin nedenleri hakkında bilgi verilecektir. Kadın bekâretinin toplum için ne kadar önemli olduğu ve bu uğurda işlenen cinayetin toplumca kabul edilebilir bir suç sebebi olmasının nedenleri araştırılacaktır. İşlenen cinayetin suçlularının Vicario kardeşler mi yoksa suça sessiz kalan toplum mu olduğu soruları yanıtlanmaya çalışılacaktır.Item Javıer Marías'ın “Tüm Ruhlar” Ve “Zamanın Karanlık Yüzü” Adlı Romanlarında Üstkurgusal Unsurlar(Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi, 2020-01-01) Kayacık, Zeynep; Latin Dili ve Edebiyatı; Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesiİspanyol yazar Javier Marías'ın romanlarının çoğu dilimize çevrilmiş olmasına karşın ulusal literatürde yazarın eserleri üzerine yapılan çalışmalar yok denecek kadar azdır. Bu çalışma, J. Marías'ın Tüm Ruhlar Todas las almas 1989 ve Zamanın Karanlık Yüzü Negra espalda del tiempo 1998 romanlarında postmodern yazının ana kurgu ögelerinden biri olan üstkurgusal yapıyı çeşitli boyutlarıyla analiz edilerek literatüre katkıda bulunmayı amaçlamaktadır. Üzerinde henüz bir görüş birliği sağlanamasa da üstkurgunun genel olarak kendi kurgusallığını kurgu içinde yansıtan kurgu olarak tanımlandığı görülmektedir. Üstkurgunun ilk somut örneği ise XVII. yüzyılda Cervantes'in kaleme aldığı Don Quijote 1605 adlı eseri gösterilmektedir. Üstkurgu yazarları olay örgüsü, zaman-mekân gibi geleneksel romana özgü ögeleri reddederek oluşturduğu kurgusal evrenle ilgili yorumlar yaparak müdahalelerde bulunurlar. Bununla birlikte, anlatı metnindeki kurgu ile gerçekliğin arasındaki ayrımı bulanıklaştırarak çok katmanlı kurgusal bir dünya oluşturma çabasındadırlar. Bu bağlamda, J. Marías'ın yukarıda adı geçen romanlarının en önemli özelliği kurgu içinde kurgusal dünyayla ilgili yazarın okuru yönlendirmeye yönelik yorumlarda bulunmasıdır. Somut yaşamla kurgusal dünyanın arasındaki sınırları bilinçli olarak bulanıklaştıran J. Marías'ın yazar olarak kendini kurgusal bir karaktere dönüştürdüğü görülür. Bu çalışmayla J. Marías'ın iki romanında üstkurgusal unsurların ortaya çıkarılması hedeflenmektedir.Item Maurice Maeterlinck Oyunlarında Ses(Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi, 2020-01-01) Çeber, Duygu Toksoy; Tiyatro; Dil ve Tarih-Coğrafya FakültesiMaurice Maeterlinck'in oyunları Avrupa modernizminin ilk anti-Aristotelesyen dramaturgisi olarak addedilir. Olayörgüleştirmeyi baştacı eden dönemin tiyatro anlayışına karşılık Maeterlinck oyunları, belli bir değişimi işaret etmektedir. Bu yönüyle Maeterlinck oyunları konvansiyonel tiyatro pratiklerine meydan okuyarak yeni tiyatro formlarına yol açar. Bu çalışmada, Aristotelesçi sava karşı, sahnenin şiirsel dilini amaçlayan Maeterlinck'in “Evin İçi”, “Çağrılmadan Gelen” ve “Körler” adlı oyunları ses açısından incelenecektir.Item Bir postmodern biyo-kurgu anlatısı: Pascal Quignard’ın Roma’daki teras’ı(Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, 2020) Sezgintürk, Pınar; Other; Otherİçerikten daha çok biçimsel ögelerin ön planda olduğu, farklı türlerin bir arada sunulduğu çağdaş anlatı, bir yandan bütüncül gerçeklikten uzak parçalanmış özneler için karşılaşma ve söyleşi alanı, diğer yandan da yazarın sanatsal yaratıcılığını sergilediği bir sahadır. Yapıtlarında yazınsal yaratıcılığı kadar sanatsal yaratıcılığını da gözler önüne seren Pascal Quignard, biyo-kurgu türünde kaleme aldığı, gravür sanatçısı aracılığıyla yazın ile görsel sanatı birleştirdiği “Roma'daki Teras” ile kendi çağından sıyrılıp kurmaca anlatı kişisini yerleştirdiği XVII. yüzyıl dönemine zamansal ve sanatsal yolculuk yapar. Alaine Buisine tarafından terimleştirilen ve gerçek ile kurmacanın, benzerlik ve imgelemin yazınsal türle harmanlandığı, gerçek dünya ve olası dünyaların kesişme noktasında bulunan biyo-kurgunun Quignard'ın adı geçen yapıtındaki görünümü ve türün postmodernizm ile ilişkisi çalışmanın konusunu oluşturmaktadır. Parçalı anlatı sunan yapıttan alınan örneklerle, metinlerarasılık bağlamında ekphrasis, ikonotext ve kolaj uygulayımları gösterilmeye ve tarihsel bir yaşam temsiline roman söylemi uygulaması olarak tanımlanan çağdaş biyo-kurgu türünün özellikleri belirlenmeye çalışılacaktır.Item Salinger'ın “Franny”Sinde Anındalık Ve Mesafe Hiss(Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi, 2020-01-01) Bezci, Şenol; Batı Dilleri ve Edebiyatı; Dil ve Tarih-Coğrafya FakültesiJerome David Salinger'ın 1955 tarihli öyküsü “Franny”, Amerikan öykücülüğünün en çok bilinen ve çok tartışılan eserlerinden olsa da tartışmalar sadece eserin içeriğine odaklanmıştır. Öykünün anlatı yöntemi ve biçemine dair hiçbir çalışma yapılmamıştır; anlatıcısından sadece üçüncü tekil şahıs ilâhi anlatıcı diye bahsedilmiştir. Oysa, ilâhi anlatıcı detaylandırılmaya muhtaç bir kavramdır; çünkü öykü ve roman türünde kullanılan bütün ilâhi anlatıcılar aynı özelliklere sahip değildir. “Franny”de kullanılan anlatıcı ilâhi anlatıcının kimi özelliklerine sahip olsa da salt bu kavramla hakkıyla tanımlanamaz. Diğer anlatıbilim kavramlarıyla ilişkilendirildiğinde öyküdeki anlatıcının hem yorumları hem de sözel biçemi itibariyle fâni bir anlatıcı gibi göründüğünü ve böylece hem öyküdeki aracılık hissinin azaldığını hem de okur ve metin arasındaki mesafenin kısaldığını görürüz.Item Spekülatif Kurguda Salgın Teması(Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi, 2020-01-01) Atasoy, Emrah; Other; OtherSpekülatif edebî geleneğin, üretildiği toplumun gerçekliği ile yakın bir ilişkisi vardır. Spekülatif eserlerde, kurgusal mekânların kullanılması, zamanın uzak bir gelecekte olacak şekilde tasarlanması, hayal gücünün ön plana çıkması ve günümüz koşullarında gerçekleşmesi mümkün olmayan teknolojik ve bilimsel gelişmelerin sunulması gibi faktörler, bu geleneğin gerçeklikten kopuk olabileceği düşüncesini uyandırabilir. Ancak, COVID-19 pandemisi ile mücadele eden günümüz dünyasında, spekülatif kurgunun bağlamsal boyutu belirgin bir şekilde ortaya çıkmıştır. Covid-19 dünyasında insanların hayatları, distopyalardaki ve bilim kurgu eserlerindeki karakterlerin hayatlarına benzer hâle gelmiştir. Alternatif kurmaca senaryolarla, olası dünya düzenlerini işleyen bu edebî gelenek içerisinde, salgın temalı spekülatif eserleri bulmak mümkündür. COVID-19; bilim kurgu, apokaliptik ve post-apokaliptik kurgu ve distopya gibi spekülatif edebiyatın alt türlerine olan ilgiyi ulusal ve uluslararası seviyede artırmıştır. Bu noktadan yola çıkarak bu çalışmanın amacı, spekülatif edebî geleneğin gerçek dünya ile ilişkisini, salgın teması üzerinden ortaya koymak ve spekülatif kurgunun, günümüzü ve geleceği anlamadaki önemini, jenerik özelliklere göndermelerde bulunarak tartışmaktır. Sonuç olarak, spekülatif metinlerin olası gelecek senaryolarını anlamlandırmada yol gösterici ve uyarıcı metinler olduğu savunulacaktır.Item Sultan II. Abdülhamid döneminde doğu Trakya'da inşa edilen belediye binaları(Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, 2020) Kolay, Emre; Other; Other19. yüzyıl Osmanlı mimari programına dâhil olan kamu yapıları, Tanzimat'ın ilânı sonrası hızla değişime uğrayan bürokratik yapılanmanın sonucu olarak tüm Osmanlı kentlerinde inşa edilmiştir. Tipolojik, malzeme ve işlevsel farklılıklara sahip olan kamu yapıları arasında belediye binaları da kent siluetinde beliren bir yapı tipi olarak ortaya çıkar. II. Abdülhamid dönemi özelinde Doğu Trakya olarak tanımladığımız bugünkü Edirne, Kırklareli, Tekirdağ ve Çorlu'da inşa edilen belediye binalarını kapsayan bu çalışmada söz konusu eserler Sanat Tarihi araştırmaları çerçevesinde değerlendirilmektedir.Item “The dıgnıty of death”: death ın katherıne Mansfıeld's “the garden party” and davıd herbert Lawrence's “odour of chrysanthemums(Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, 2020) Çelik, Nurten; Other; OtherBu makale, Katherine Mansfield'in “Bahçe Partisi” ve D.H. Lawrence'ın "Krizantem Kokusu” adlı öykülerinde, kadın karakterlerin hayatlarının gerçeklerine ve yanılsamalarına, toplumsal durumlarına ve insan doğasının özüne yeni bir anlayıs ve farkındalık kazanmalarını sağlayan aydınlanma anlarını vurgulamak için, ölü bedenin hikaye yapısı içerisinde nasıl kullanıldığını göstermeyi amaçlamaktadır. Bu makale ayrıca ölü bedenin, kadın karakterlerin ataerkil ve sınıf bazlı toplum tarafından belirlenen cinsiyet rolleri yüzünden baskılanmasını ve böylelikle, kendi benliklerinden kopmalarını açığa çıkardığını vurgulamaktadır.Item The Ritual of Sacrifice Wıthın the Cultural Boundarıes in Wole Soyınka's “the strong breed”(Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi, 2020-01-01) Balkaya, Mehmet Akif; Other; OtherApart from actual geographic boundaries, a member of a culture faces the cultural boundaries of his/her society that is shaped by traditions and cultural practices. Among these practices is sacrifice which is as old as the existence of the human being and history itself. Through sacrifice, societies look for rejuvenation and purgation of the community. Such a purification rite is among the traditions of Yoruba people that Soyinka represents. The dramatic action revolves around Eman, who understands his role in relation to the ritual of sacrifice. This paper, first, aims to study cultural boundaries that limit one's liberty within Yoruba people, and second, to examine cultural identification and personal integrity as represented in The Strong Breed 1963 . To this end, it is concluded that The Strong Breed represents that free will and destiny may be under the force of cultural boundaries, and that sacrifice leads to shape one's identity and belonging.Item Türk kahvesinin yanına alman çikolatasını kim koydu? Türkiye'deki Alman gelinlerin ulusaşırı ekonomik pratikleri(Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, 2020) Deniz, Ayla; Coğrafya; Dil ve Tarih-Coğrafya FakültesiDünya genelinde karma evliliklere bağlı göçler artmaktadır. Buna paralel olarak ulusaşırı ekonomik pratikler sürdüren göçmenler içinde evlilik göçmenleri de artmaya başlamıştır. Bu sürecin çeşitli mekânsal yansımaları görülmeye başlanmıştır. Bununla birlikte etnik kimliğin ve evlilik statüsünün gidilen ülkedeki anlamına göre evlilik göçmenlerinin bu pratikleri sürdürmelerinde büyük mekânsal farklılıklar görülmektedir. Bu çalışmada, etnik kimliğin ve evlilik statüsünün, yaygın karma evlilik göçü paterninin tipik bir örneği olmayan Türkiye'deki Alman evlilik göçmenlerinin ulusaşırı ekonomik pratiklerine etkisi ortaya konmaktadır. 7 ilde yaşayan 16 evlilik göçmeniyle yapılan derinlemesine görüşmelere dayanarak, etnik kimliğin ve evlilik statüsünün Türkiye'deki Alman evlilik göçmenlerinin ekonomik pratikler sürdürmelerini desteklemeye hizmet ettiği; bu pratikler yoluyla ulusaşırı ortaklıkların arttığı ve pek çok işin dijitalleşmesinin hızlandığı görülmüştür.