Browsing by Author "Baydan, Emine"
Now showing 1 - 16 of 16
Results Per Page
Sort Options
Item 3-Metoksi katekol ile boronik asit türevlerinden elde edilen yeni bor içerikli bileşiklerin in vitro antioksidan, antikolinesteraz, antiüreaz, antitirozinaz ve sitotoksik etkinliklerinin araştırılması(Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2020) Temel, Hamdi; Baydan, Emine; OtherSon yıllarda yapılan çalışmalarda, antioksidan, antimikrobiyal, antikanser ve antiviral özelliklere sahip bor içerikli bileşiklerin insan ve hayvan sağlığı üzerinde birçok olumlu etkilerin olduğu tespit edilmiştir. Dünya'da ve Türkiye'de bor içeren bileşiklerle ilgili antioksidan ve antikanser çalışmaları yapılmış olmasına rağmen,3-metoksi katekol ile boronik asit türevlerinin oluşturduğu bileşiklerin antioksidan, antikanser ve diğer aktivitelerinin araştırılma sayısı oldukça azdır. Bu tez çalışmasında, 3-metoksi katekol bileşiği ile çeşitli boronik asitler etkileştirilerek yeni bor türevli bileşikler sentezlenmiştir. 3-metoksi katekolün, 7 çeşit boronik asit türevleriyle (fenilboronik asit, 1,4-fenil diboronik asit, 4-metoksi fenilboronik asit, 6-metoksi-2-naftalen boronik asit, 3-formil fenilboronik asit, 3-formil-4- metoksi fenilboronik ve 4-sülfamoyil benzenboronik asit) 8 yeni bor bileşikleri sentezlendi ve elde edilen bileşiklerin yapıları 1H, 13C NMR, LC-MS-IT-TOF, UV-Vis., FTIR gibi cihazlar kullanılarak aydınlatıldı. Sentezlenen yeni 3-metoksi katekollü boronik asit türevli bileşiklerin antioksidan etkileri, DPPH serbest radikal süpürücü aktivitesi, ABTS katyon radikali giderim aktivitesi ve (CUPRAC) bakır indirgeme kapasitesi yöntemleri ile belinlendi. Antikolinesteraz etkileri ise asetilkolinesteraz ve bütirilkolinesteraz yöntemleri ile tayin edildi. Ayrıca antiüreaz ve antitirozinaz enzim aktivite çalışmalarıda yapıldı. Sitotoksik etkileri ise sentezlenen bileşiklerin sağlıklı, meme ve kolon kanseri hücre serileri üzerine etkileri MTT yöntemi ile belirlendi. Sentezlenen yeni bileşiklerin antioksidan aktiviteleri genel olarak yüksek çıktı. Özellikle sentezlenen bileşiklerin 10 µg/mL konsantrasyon düzeyleri için, elde edilen ortalama değerin α-TOC ve BHT referans değerlerinden istatistiksel olarak p<0.05 düzeyinde antioksidan aktivitelerinin yüksek olduğu tespit edildi. Ayrıca, tüm antioksidan aktivitelerinin (IC50) verileri için, sentezlenen bileşiklerden elde edilen değerler, α-TOC ve BHT referans değerleri ile ayrı ayrı karşılaştırıldı. Elde edilen ortalama değerin α-TOC ve BHT referans değerinden istatistiksel olarak p<0.05 düzeyinde daha aktif oldukları görüldü. KB serisinin tamamının asetilkolinesteraz enzim inhibisyonun düzeyi için, elde edilen ortalama değerin galantamin referans değerinden istatistiksel olarak p<0.05 düzeyinde yüksek olduğu tespit edildi. BChE (% inhibisyon) düzeyi için ise, elde edilen ortalama değerin galantamin referans değerinden istatistiksel olarak p<0.05 düzeyinde farklılaşmamaktadır. KB1'in en iyi antioksidan, antiüreaz ve antitirozinaz aktivitesinin diğer bileşiklerden ve standartlardan daha iyi olduğu bulundu. Sentezlenen bileşiklerin üreaz ve tirozinaz enzim inhibisyon aktivitelerine bakıldığı zaman; üreaz düzeyi için, elde edilen değerler tiyoüre referans değerinden istatistiksel olarak p<0.05 düzeyinde düşük olduğu tespit edildi. Tirozinaz düzeyi için, elde edilen değerler kojik asit referans değerlerinden istatistiksel olarak p<0.05 düzeyinde düşük olduğu bulundu. Sentezlenen ve yapıları karekterize edilen bileşiklerinin (KB2, KB3, KB4, KB5, KB6 ve KB7) sağlıklı hücre serisi (PDF) üzerinde toksik etkisinin olmadığı görüldü. Kanserli MCF-7 (meme karsinoma) ve HT-29 (kolon karsinoma) üzerinde sitotoksik etki göstermediği tespit edildi.Item Ağızdan kullanılan bazı sülfakinoksalin preparatlarının et-tipi piliçlerde biyoeşdeğerliği(Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2008) Alp, Harun; Baydan, EmineBu çalışma, etlik piliçlerde ağızdan kullanılan iki farklı sülfakinoksalin müstahzarının (SQ) biyoeşdeğerliliğini belirlemek amacı ile yapıldı.Çalışmada 28 günlük, ilaç uygulanmamış, 40 adet (Ross 308 ırkı) etçi piliç kullanıldı. Hayvanlar her grupta 10 hayvan olacak şekilde 4 deneme grubuna ayrıldı. Grup 1'dekilere damar içi, Grup II, Grup III ve Grup IV'deki hayvanlara kursak içi yoluyla 100 mg/kg c.a dozunda sülfakinoksalin ilaç verildi. İlaç verildikten sonra 5., 15., 30. ve 45. dakikalar ile 1., 1,5., 2., 3., 4., 6., 9., 12., 18., 24. ve 36. saatlerde steril tüplere kan örnekleri alındı.Plazma SQ yoğunlukları, spektrofotometre (Schimadzu, UV1601) kullanılarak belirlendi. Her iki ilaç damar içi verilmesini takiben belirlenen iki bölmeli dışarıya açık modele göre dağıldı.Sülfakinoksalin için yöntemin duyarlılığı 1,41 µg/ml; geriye kazanç oranı ise % 90 olarak tespit edildi.Biyoeşdeğerliğin değerlendirilmesinde Grup III (referans, A ilacı) ve Grup IV (test, B ilacı) ilaçları karşılaştırıldığında SQ için EAA ve Ydoruk ortalama değerleri azalırken, tdoruk değerlerinde artma görüldü. Sülfakinoksalin için A ve B ilacında EAA ve Ydoruk değerlerinin ortalamalarının karşılaştırılmasında üç değerin de kabul edilebilir sınırlar içerisinde (%80-125) olduğu görüldü. Çalışmadan elde edilen veriler iki ilacın birbirleriyle eşdeğer olduğunu göstermiştir. Sonuç olarak bu iki ilacın birbirinin yerine, yani ?değiştirilebilir ilaç? olarak kullanılabileceği kanaatine varılmıştır. AbstractThe present study was carried out to determine the bioequivalence of two different products of sulphaquinoxaline (SQ) used orally in broiler.In the present study, 40 unmedicated 28 daily-old chicks (Ross 308) were used. Animals were divided into 4 experimental groups each containing 10 chicks. Sulphaquinoxaline at level of 100 mg/kg BW was given to Group I via intravenous route and Group II, III and IV via intracrop route. Blood samples were taken into sterilized tubes at 5., 15., 30. and 45. minutes and 1., 1,5., 2., 3., 4., 6., 9., 12., 18., 24. and 36. hours following drug administration.Plasma SQ concentrations were measured by spectrophotometer (Schimadzu, UV1601). Both drugs distrubuted according to two-compartment open model following the administration of intravenously.The sensitivity of the extraction method for SQ was detected 1,41 µg/ml; the mean recovery value of the extraction procedure for SQ was detected 90,0 %.When compared the drugs of Group III (reference; A) and Group IV (test; B) for SQ bioequivalence; although mean AUC and Cmax values decreased, increase in mean tmax values was observed. Mean AUC and Cmax values for SQ were found to be in acceptable ranges (80-125%) when compared mean AUC and Cmax values for A and B drugs. Data obtained in the present study showed that both drugs had similar bioequivalence. As a result it was concluded that both drugs could be used instead of each other as an ?inter-changeable drug?.Item Ankara ve çevre ilçelerinde tavuk yumurtalarında bazı organik klorlu (DDD, DDE, DDT, Lindan, Endrin) ve Poliklorlu Bifenil ( PCB28 ve PCB118 kalıntılarının aranması(Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2009) Karakurt, İlknur; Baydan, Emine; EczacılıkInvestigation of Some Organochlorine (DDD,DDE,DDT,Lindan,Endrin) and Polychlorinated Biphenyl Residues (PCB 28 ve PCB 118) in Chicken Egg in Ankara Province and its DistrictIn this study it is aimed to adapt a method with benefiting from some validation parameters and some method performance criterias and to analyse some OC and PCB residue levels with this method in chicken eggs which are produced and consumed in Ankara and its district.This study was carried out between the dates June 2008- September 2008, by collecting 50 eggs from local markets, 50 eggs from chicken farms in Ankara and analyses were carried out in Central Veterinary Research Institute which belongs to Ministry of Agriculture and Rural Affairs. DDT, DDE, DDD, Endrin, Lindan, PCB 28 and PCB 118 pesticide residues were analysed. Method adaptation was benefited from the studies of Lehotay et al and Di Muccio et al.While method adaptation was studied, 10 ng/ml, 50 ng/ml, 100 ng/ml, 500ng/ml, 1000 ng/ml standart solutions were prepared, standarts were introduced to gas chromatography-ECD instrument, calibration curves were drawn and corelation coefficients were calculeted. The retention times of the pesticides were DDT 39.332, DDE 33.206, DDD 36.476, endrin 36.734, lindan 19.584, PCB 28 22.750, PCB 118 35.714.The method was evaluted within accuracy and precision which are parameters of validation and method performence criteria.For this evaluation, at 25 ng/ml, 50 ng/ml, 100 ng/ml levels of spikes were prapered in 6 number of batches.For every batch, recovery, standart deviation, relative standart deviation, % relative standart deviation were calculated. At 25 ng/ml mean recoveries were DDT 97,8, DDE 64,6, DDD 91,2, endrin 86,06 lindan 73,06, PCB 28 89,3, PCB 118 75,6. % relative standart deviations were DDT 1,6, DDE 7, DDD 4,7, Endrin 1,9, Lindan 1,77, PCB28 3,8, PCB118 5.The findings were compared to international standarts, and it was evaluated as recoveries and standart deviations were sufficient except for DDE. A trustable, repeatable and sensitive method was adapted. In this study, none of OC and PCB levels of insecticide residues were detected in chicken eggsItem Ege denizi doğal ve kültür (levrek ve çipura) balıklarından izole edilen vibrio listonella) anguillarum,v. alginolyticus türlerinde kinolon ile tetrasiklin grubu ilaç direncinin pcr yöntemiyle araştırılması(Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2016) Aydın, Farah Gönül; Baydan, Emine; OtherÇoklu doymamış yağ asitleri yönünden zengin olan balık, insanlar için önemli bir besin kaynağıdır. Türkiye İstatistik Kurumu 2015 yılı verilerine göre Türkiye'de su ürünleri üretimi 607,515 tondur. Ülkemiz levrek (Dicentrarchus labrax) ve çipura (Sparus aurata) üretiminde Akdeniz ülkeleri arasında üçüncü, alabalık (Oncorhynchus mykiss) üretiminde ise birinci sırada yer almaktadır. Su ürünleri yetiştiriciliğinde karşılaşılan en önemli sorunlardan biri hastalıkların neden olduğu ekonomik kayıplardır. Ülkemizde ve Avrupa Birliği Ülkelerinde balık hastalıklarını tedavi etmek için kullanılan ruhsatlandırılmış 7 adet etken maddeyi içeren çok sayıda antibakteriyel preparat bulunur; bunların arasında kinolon ve tetrasiklin grubu preparatlar önemli bir yer tutmaktadır. Ancak, özellikle su ürünleri yetiştiriciliğinde bilinçsiz ve yaygın antibiyotik kullanımı, su ortamı ve sedimentte antibiyotiklerin uzun süre etkin şekilde kalmasına ve mikroorganizmalarda direnç gelişmesine neden olur. Dirençli mikroorganizmalar su ortamındaki farklı tür balıklara ve diğer su canlılarına geçerek ekolojik dengenin bozulmasına ve bunları tüketenlerde çeşitli sağlık sorunlarının ortaya çıkmasına yol açar. Sağlığın, doğal ortamın ve tür çeşitliliğinin korunması tüm Dünya'nın önemsediği ve üzerinde durduğu konulardır. Bu nedenle bakterilerdeki antibiyotik direncini belirlemeye yönelik Türkiye'de ve Dünya'da kontrollü yetiştiricilik ortamında yapılmış pek çok araştırma bulunmaktadır. Buna karşılık, doğal ortam balıklarındaki antibiyotik direncine yönelik hemen hemen hiçbir çalışma bulunmamaktadır. Türkiye'deki araştırmaların çoğu kültür balıklarında konvansiyonel (disk difizyon, brot dilusyon) yöntemle yapılan çalışmalardır. Ancak, son yıllarda bu bağlamda özellikle antibakteriyel direncin belirlenmesinde daha hassas ve etkin olan PCR yöntemi üzerinde durulmaktadır. Bu araştırmada, Ege denizinde yetiştiriciliği en çok yapılan kültür balığı (Levrek ve Çipura) ile doğal avlanan balıklardan Vibrio (Listonella) anguillarum ve Vibrio alginoliticus etkenlerinin izolasyonu ve identifikasyonu (konvansiyonel- biyokimyasal ve genotipik) yapılarak belirlenen izolatların tetrasiklin ve kinolon grubu ilaçlara karşı oluşan direncin klasik PCR yöntemle tespit edilmesi ve izole edilen bu etkenlere karşı gelişen direnç haritasının örnekleme alanı ve belirlenen balık türleri üzerinden çıkarılması amaçlanmıştır. Bu şekilde hızlı ve güvenilir alternatif antibakteriyel ilaç seçeneklerinin uygulamaya konularak antibakteriyel ilaçlardan kaynaklanan direncin sağlık ve çevreye yönelik etkilerinin en aza indirilmesi hedeflenmiştir. Örnekler su sıcaklığının değiştiği Mart-Ağustos tarihleri arasında kafes balığı yetiştiriciliği yapılan işletmelerden (120 levrek, 120 Çipura) ve serbest avlanan balık numuneleri 82 (40 levrek, 42 Çipura) adet olacak şekilde alınmıştır. Etkenlerin idendifikasyonu klasik biyokimyasal yöntemlerle tespit edilmiş olup 14 adet kafes, 12 adet avlanan balık örneklerinden V. anguillarum; 49 adet kafes, 26 adet avlanan balık örneklerinden V. alginolyticus izole edilmiştir. Yapılan türe spesifik moleküler etken identifikasyonunda 12 adet kafes, 5 adet avlanan balık örneklerinden V. anguillarum; 42 adet kafes, 19 adet avlanan balık örneklerinden V. alginolyticus olarak identifiye edilmiştir. Araştırmada seçilen antibiyotiklere karşı gelişen direnci ve etkili antibiyotiğin belirlenmesi için klasik metot olan disk diffüzyon yöntemi yapılmış olup, avlanan çipura balıklarında tetrasiklin direnç tespit edilirken kafesten alınan örneklerde enrofloksasine duyarlılık oksolinik asite olan duyarlılıktan daha fazla olduğu bulunmuştur. Etkili dozun belirlenmesinde mikroplaka dilüsyon yönteminden yararlanılmıştır. Üremenin gözlenmediği plak işaretlenerek o ilacın MİK değeri belirlenmiştir. Yapılan analiz sonucunda V. alginolyticus MİK değerleri ortalaması OTC, OXO ve ENR için sırasıyla 4,1, 0,3 μg/mL ve V. anguillarum için 4,2,0,5 μg/mL'tir. Direncin çevredeki boyutu ve dağılımının tespiti için yapılan moleküler testlerde özellikle Vibrio spp. 'lerde kinolon grubu ilaç direncine neden olan kromozomal mutasyon tespit edilmiştir. Alınan örneklerin 6 tanesinde gyrA 83. kodonda meydana gelen mutasyona ve 1 örnekte parC 85. kodonda meydana değişim nedeniyle direnç geliştiği tespit edilmiştir. Sağaltımda yoğun olarak kullanılan ve etkinliğini uzun süre devam ettiren tetrasiklin grubu ilaçlarda direncin tespiti için Vibrio spp. 'lerde effluks pompasında mutasyona neden olan tetA, tetB ve tetD; ribozomal korunmada mutasyona yol açan tetM genleri araştırlmış olup, yapılan diğer çalışmalara paralel tetA en fazla olmakla birlikte bunu tetB ve tetM takip etmektedir. Çoğu örnekte gen çiftleri halinde direnç tespit edilmiştir. Diğer örneklerde de özellikle kinolon grubu ilaçlarda (OXO ve ENR) tespit edilen MİK ve disk difüzyon sonuçlarının moleküler yöntemle tespit edilen sonuçla örtüşmemesi direnç aktarımının kromozomal direncin yanı sıra plazmid aktarımlı (qnr) ya da çoklu ilaç (mar) direncinden kaynaklandığı düşünülmektedir. Yapılacak diğer çalışmalarda bu sorunun yanıtı alınmaya çalışılacaktır. Sağaltımda kullanılan antibiyotik ilaca paralel olarak direncin arttığı özellikle avlanan balıklarda da direnç genlerinin tespit edilmesi ve çoklu olarak bulunması gelişen direnç için gerekli önlemlerin alınmasını zorunlu hale getirmiştir.Item Etefon ve klorprifos etil' in tek ve bir arada etkilerinin rat bağırsak kasında in vitro olarak araştırılması(Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2006) Çetinkaya, M. Alp; Baydan, EmineBu araştırmada, Türkiye' de ve dünyada geniş kullanım alanı olan organik fosforlupestisid klorprifos ve bitki gelişim düzenleyicisi etefona bir arada maruz kalınmasıdurumunda olası etkileşimlerin ortaya konulması amaçlandı.Çalışmada, 42 adet Wistar Albino soyu 3 aylık erkek rattan alınan ince bağırsak düzkası (duodenum ve ileum) kullanıldı. Yaklaşık 1 cm uzunluğundaki ince bağırsaksegmentine, 10 ml Tyrode çözeltisi içeren izole organ banyosunda 1 gram gerimuygulanarak çalışıldı. Duodenum ve ileum dokusunda, asetilkolin (AK) (10-9-10-4M), etefon (ETF) (10-10-10-6 M) veya klorprifos (CPF) (10-10-10-6 M) kümülatifderişimlerde uygulanarak tek başlarına doku üzerindeki etkileri değerlendirildi.Ayrıca Etefon ve Klorprifos tek başlarına ve bir arada 10-7 M ve 10-10 M derişimlerdeinkübe edilerek asetilkolinin kümülatif derişim cevap eğrisi üzerine etkileri çalışıldı.Dokuların enzimatik etkinliğinin test edilmesi amacıyla fizostigmin uygulamasıyapıldı.Araştırmada elde edilen veriler, klorprifos ve etefonun bir arada kullanılmasınınuygulanan derişime ve doku tipine bağlı olarak farklı sonuçlar verdiğini gösterdi; heriki maddenin bir arada 10-7 M derişiminde rat ileumunda hem pD2 ve hem de Emaxdeğerlerinde istatistiksel olarak asetilkolin kontrole göre önemli farklılıklaralınmakla birlikte, tek başlarına olana göre kombinasyondaki farklar çok belirgindeğildi. Oysa aynı dokuda bu maddelerin bir arada (Kombinasyon Emax değeri AK:94,90 ± 3,14, ETF+CPF+AK: 81,56 ± 4,11) daha düşük yoğunlukta uygulanması(10-10 M) özellikle klorprifosun tek uygulamasına göre (Klorprifos Emax değeri AK:94,27 ± 2,90, CPF+AK: 85,76 ± 2,79) asetilkolinin özellikle Emax değerinde önemli(p<0,05) düzeyde azalmaya neden oldu.Asetilkolinesteraz baskılanması ve kolinerjik reseptörler üzerinden etkili olan bumaddelerin kombinasyonunun Emax yönünden asetilkolinin etkisini zayıflatması,benzer mekanizmayla etkili olan diğer ilaçların etkilerini de zayıflatacağı veyazehirlenmelerin etkisini hafifleteceği anlamına getirilmemelidir. Özellikle,kombinasyona bağlı esterazların baskılanması efikasite yönünden güçlü ve benzeretkili maddelere maruz kalınmasında istenmeyen etkilerin beklenmedik dozlarda vezamanda ortaya çıkışına neden olabilecektir.AbstractThe aim of this study is to elicit the possible interactions in case of combinedexposure to organophosphorus pesticide chlorpyrifos and plant growth regulatorethephon which are widely used in Turkey and worldwide.In this study, the small intestinal smooth muscle (duodenum and ileum) of 3 monthsold 42 Wistar Albino male rats were used. The small intestine segments ofapproximately 1 cm long were studied under a load of 1 gram in isolated organ bathcontaining 10 ml Tyrode solution. By applying acetylcholine (AK), ethephon (ETF)and chlorpyrifos (CPF) to duodenum and ileum with cumulative concentrations, theireffects alone were evaluated. Besides, by incubating ethephon and chlorpyrifos aloneand in combination with 10-7 M and 10-10 M concentrations, their effects oncumulative concentration-response curve of acetylcholine were studied.Physostigmine treatment was made in order to test enzymatic activity of the tissues.The data obtained from this investigation show that the combination of ethephon andchlorpyrifos gives different results according to concentration applied and tissuetype; both for pD2 value and Emax value in rat ileum combination of both agents with10-7 M concentration, statistically significant differences obtained in comparisonwith acetylcholine control, however, the differences of the combination incomparison with single application was not significant. Yet, on same tissue thecombined application (Combination Emax value AK: 94,90 ± 3,14, ETF+CPF+AK:81,56 ± 4,11) of these agents with lower concentrations (10-10 M) especially incomparison with single chlorpyrifos application (Chlorpyrifos Emax value AK: 94,27± 2,90, CPF+AK: 85,76 ± 2,79), caused significantly important (p<0,05) decreaseparticularly in Emax value of acetylcholine.Attenuation of the Emax value of acetylcholine by the combination of these agentswhich act by inhibiting acetylcholinesterase and by binding cholinergic receptors,should not mean to attenuate the effects of other agents that have the samemechanism of action. Especially, this inhibition of esterases by combination mayelicit adverse effects with unexpected doses and times when exposed to efficaciouslystrong and similar agents.Item Koruma alanlarında planlama ve mülkiyet ilişkileri: Nevşehir Kapadokya bölgesi örneği(Fen Fakültesi, 2021) Baydan, Emine; Tanrıvermiş, Yeşim; Gayrimenkul Geliştirme ve YönetimiEnvironmental problems, cultural and natural heritage areas and the concept of protection have become the common ground of all countries at a time when country borders began to disappear with the effect of globalization. It is known that conservation practices directly affect the use of real estate while the extent of the restrictions on the use, utilization and tenure rights of privately owned real estate is well known. The concept of protection, which is based on the concepts of "public interest" and "community or general interests" in Turkey, restricts the right to property and property owneers protected by the Constitution and laws and hence causes conflicts between planning authorities, protection practices and private property in protected areas. In practice, the conflict between ownership and protection, and the inability to solve the problems with existing tools necessitate the development of alternative implementation tools for conservation policies. Within the scope of the study, public interest and private property conflicts in the field were examined in the light of judicial decisions by considering conservation practices, planning processes, protection approaches of authorized institutions and organizations and obligations imposed on private property within the boundaries of Ürgüp district and Göreme town within the boundaries of Cappadocia area of Nevşehir province. In the research, a survey was conducted with two different audiences namely the stakeholders and the headmen of village and neighbourhood. The results were evaluated through descriptive statistics and the demographic information of the stakeholders and their responses on the linkages between planning and ownership in conservation areas were evaluated together and examined by applying the "independent samples "t" and "one way ANOVA" tests results. In the conducted research, the proportion of stakeholders who declared that site certification and zoning rights transfer tools were used in the area was 92%, and it was determined that the means of implementing protection were not sufficiently known to the stakeholders. However, 24% of stakeholders stated that real estate development and management experts should play a role in conservation practices. Although the effects of the conservation practices observed within the borders of the Cappadocia area on ownership are in parallel with the conservation approaches adopted throughout the country, it should be emphasized that the institutional structure and protection approaches created by the area-specific legal regulations have been reshaped and a new corporately strengthened management approach has been formed in the areas of protection.Item Sağlıklı ve lactococcus garvieae ile enfekte gökkuşağı alabalıkları (oncorhynchus mykiss, walbaum 1792)'nda florfenikol'ün farmakokinetiği(Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2018) Taçbaş, Erkan; Baydan, Emine; OtherSağlıklı ve Lactococcus garvieae ile Enfekte Gökkuşağı Alabalıkları (Oncorhynchus mykiss, Walbaum 1792)' nda Florfenikol'ün Farmakokinetiği Çalışmada sağlıklı ve L.garvieae ile enfekte gökkuşağı alabalıklarda kas içi ve gavajla uygulanan florfenikolün farmakokinetik parametreleri karşılaştırıldı. Gökkuşağı alabalıkları altı gruba ayrıldı, 1. ve 2. gruba kas içi ve gavaj yoluyla florfenikol uygulandı, 3. ve 4. grup L.garvieae ile enfekte edildi ve florfenikol kas içi ve gavaj yoluyla verildi, 5. gruba hiçbir tedavi uygulanmadı ve 6. grup L.garvieae ile enfekte edildi. FF 10 mg/kg'lık bir dozda uygulandı. Enfeksiyon intraperitoneal olarak 1x106 cfu /0.1 ml L. garvieae ile oluşturuldu ve 48 saat inkübe edildi. Kan örnekleri 1, 3, 6, 12, 24 ve 48. saatte alındı. FF analizi, valide yöntem kullanılarak YBSK ile gerçekleştirildi. Plazma analizleri ile FF'ün zamana bağlı konsantrasyon eğrileri hazırlandı. Farmakokinetik hesaplar kompartımansız metoda göre, win-nonlin programı kullanılarak yapıldı. Metot validasyonu çalışma sonuçları yöntemin, doğruluk ve kesinlik, tekrarlanabilirlik, hassasiyet ve doğrusallık açısından spesifik olduğunu göstermiştir. Üç çalışma konsantrasyonunda (0.75, 1.5 ve 3 µg/ml) geri kazanımın yüksek olduğu saptandı (sırasıyla %87.32, 81.76 ve 84). FF analizi için tespit (LOD) ve tayin limiti (LOQ) ise sırasıyla 0.0040 ve 0.0123 µg/ml olarak bulundu. Sağlıklı ve enfekte kas içi gruplarında en yüksek FF konsantrasyonuna 3.saatte ulaşıldığı, her iki grupta atılımın 12. saatten sonra hızlandığı, ancak enfekte grubunda FF konsantrasyonunun 3 saat süreyle değerini koruduğu gözlendi. Gavaj grubunda ise sağlıklı grupta ilacın en yüksek yoğunluğa ulaşması 3 saatte olurken enfekte grupta bu süre uzamış ve 6. saate çıkmıştır. İlaç 1. ve 3. saatler arasında belli kan yoğunluğunu korumuştur. Sağlıklı grupta ilacın plazmaItem Sıçanlarda sipermetrin toksisitesine bağlı karaciğer hasarında CB2 agonisti JWH-133'ün sağaltıcı etkisinin araştırılması(Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2016) Tutun, Hidayet; Baydan, Emine; OtherSipermetrin tarımda, evde böcek kontrolünde besinlerin korunması ve hastalık vektör kontrolünde yaygın olarak kullanılan bir sentetik piretroid insektisittir. Bu çalışmada, sipermetrin toksisitesinde ksenobiyotiklerin uğrak yeri olan karaciğerde kannabinoid reseptör 2 (CB2) ekspresyonunun olup olmayacağının ve CB2 agonisti JWH-133'ün sipermetrinin toksik etkisini antagonize edip etmeyeceğinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Araştırma, 44 adet Wistar Albino erkek şıçanda gerçekleştirilmiştir. Çalışma başlamadan 6 sıçan rastgele seçilerek kan ve karaciğer doku örnekleri alınmıştır. Geriye kalan sıçanlar 4 gruba (sırasıyla, kontrol; sipermetrin; sipermetrin + JWH-133; JWH-133) ayrılmıştır. Sipermetrin 14 gün boyunca 125 mg/kg ağızdan, JWH-133 sipermetrin toksisitesinin son 4 günü boyunca 3 mg/kg dozda intraperitoneal yolla verilmiştir. Çalışmanın sonunda, sıçanlardan kan (serumda AST, ALT, ALP and LDH) alındıktan sonra dekapite edilerek karaciğer dokularında oksidatif stres enzimleri, CB2 yönünden immunohistokimya ve RT-PCR ve histopatolojik inceleme yapılmıştır. Sonuçların değerlendirilmesinde SPSS 14.01 paket programı kullanıldı. Deneme grupları arasında CB2 mRNA miktarları bakımından fark bulunamamıştır. İmmunohistokimyal çalışmada CB2 reseptörleri normal karaciğer dokusunda çok zayıf gözlenmiştir. Ancak, sipermetrin uygulanan gruplarda CB2 reseptörlerinin expresyonunda artış gözlenmiştir. Artış karaciğer fibrojenik, Kuppfer, safra kanalı epitel ve mast hücrelerinde meydana gelmiştir. JWH-133, hem Grup 3 hem de Grup 4'te lipit peroksidasyonu düşürmüştür. Grup 3'te serum AST ve ALT enzim aktivitesi diğer gruplara göre artmıştır. Histopatolojik bakıda Grup 3 te Grup 2'ye göre parankim dejenerasyonu daha da güçlenmiştir. Sonuçlara göre sipermetrin toksisitesinde karaciğerde CB2 reseptörlerinin özellikle hepatik fibrojenik hücrelerde ekpresyonunun arttığı ve JWH-133 lipit peroksidasyonu düşürmesine rağmen karaciğer hasarını azaltamadığı aksine sipermetrinin karaciğer üzerine zararlı etkisini arttırdığı gözlenmiştir. Kannabinoid agonisti JWH-133'ün reseptör veya reseptör dışı yolaklar ile sipermetrinin toksik etkisini artırmış olabilir.Item The effect of chlorpyrifos on isolated thoracic aorta in rats(2013) Baydan, Emine; Veteriner FakültesiThis study investigated the effect of chlorpyrifos on thoracic aorta and on the level of NO in plasma and aorta. The effect of chlorpyrifos on thoracic aorta in organ bath was determined in 10 rats. Another 45 rats were assigned to 3 groups with 15 rats each: control group 1 received distilled water, control group 2 was given corn oil, and the last group was given 13.5 mg/kg chlorpyrifos dissolved in corn oil every other day for 8 weeks orally. Chlorpyrifos (10 -10 M-10-5 M) showed no effect on isolated thoracic aorta. Plasma AChE activity was decreased, while LDH, ALT, GGT, and AST activities were increased in chlorpyrifos group compared to control groups. Plasma NO level was increased in chlorpyrifos group compared to control groups. iNOS expression was present in all groups in the cytoplasm of the endothelia and in the smooth muscle cells of aorta. According to semiquantitative histomorphological analysis, iNOS immunopositive reactions were seen in the decreasing order in chlorpyrifos, control 2, and control 1 groups. eNOS immunopositive reactions were observed in the endothelial cell cytoplasm, rarely in the subintimal layer, and the smooth muscle cells of aorta. There were no differences among the groups in terms of eNOS immunostaining. In conclusion, chlorpyrifos induced NO production in aorta following an increase in NOS expression. © 2013 Ebru Yildirim et al.Item The subchronic toxic effects of plant growth promoters in mice(2008) Yazar, Selma; Baydan, EmineThe aim of this study was conducted to subchronic toxic effects separate and combined using of maleic hydrazide and ethephon in female mice. Treatment group divided into 9 groups according to chemicals’ doses and compared with controls. Three separate maleic hydrazide doses (100-200-400 mg/kg/day, in feed) and ethephon (50-100-150 mg/kg/day, in water) were given alone and in combination during 45 days. At the end of the study, aspartate aminotransferase, alanine aminotransferase, urea and creatinine levels in blood samples were evaluated. Liver and kidney tissues were taken and examined histopathologically. As a result, alone usages of maleic hydrazide caused liver, kidney toxicity. Toxic effects were clearer in liver; however with ethephon, toxicity was more moderate than maleic hydrazide. In combination, glomerulonephritis were seen in the highest doses. As a result, plant growth promoters could be harmful on kidney and liver. Producers and consumers should become more conscious about the toxic effects of these chemicals. Bu çalışma, maleik hidrazid ve etefonun tek ve kombine kullanımının dişi farelerdeki subkronik toksik etkilerini değerlendirmek amacıyla yapıldı. Çalışma grupları kimyasal maddelerin dozlarına göre 9 gruba ayrıldı ve bunlar kontrol grubuyla karşılaştırıldı. Maleik hidrazid (100-200-400 mg/kg/gün, yemle) ve etefon (50-100-150 mg/kg/gün, su ile)’nun 3 farklı dozu tek ve kombinasyon şeklinde 45 gün süresince verildi. Çalışmanın sonunda, kan örneklerindeki aspartat aminotransferaz, alanin aminotransferaz, üre ve kreatinin düzeyleri değerlendirildi. Karaciğer, böbrek dokuları alınarak histopatolojik inceleme yapıldı. Maleik hidrazidin tek başına kullanımında karaciğer ve böbrekde toksisiteye sebep olduğu belirlendi. Bu toksisite özellikle karaciğerde daha belirgin olmakla birlikte, etefonun toksistesitesi maleik hidrazidden daha ılımlıydı. Kombinasyonlarda ise, yüksek dozlarda glomerulonefritis görüldü. Sonuç olarak, bitki büyüme hormonları karaciğer ve böbrek üzerinde zararlı etkileri olabilmektedir. Üretici ve tüketicilerin bu kimyasalların toksik etkileri konusunda daha çok bilinçlendirilmesi gerekmektedir.Item Türkiye'de organik ve geleneksel olarak üretilen bazı hayvansal ve bitkisel ürünlerdeki metal (Kurşun, Kadmiyum, Bakır, Çinko, Demir) düzeylerinin karşılaştırılması(Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2010) Arslanbaş, Emre; Baydan, EmineÇalışma çerçevesinde, Ankara piyasasında çeşitli satış yerlerinden temin edilen hayvansal ve bitkisel kaynaklı organik ve geleneksel örnekler, buğday, yeşil mercimek, bal (çiçek balı) ve yumurtada kurşun, kadmiyum, bakır, çinko ve demir düzeylerinin belirlenmesi, birbirlerine ve ulusal, uluslararası limitler ile benzer çalışmalara göre karşılaştırılması amaçlandı. Bu çalışmada, her ürün çeşidi için 10 farklı parti/seri numaradan 40 adet geleneksel ve 40 adet organik olacak şekilde toplam 80 örnek toplandı. Örneklerdeki metal düzeyleri ICP-AES (Endüktif Eşleşmiş Plazma-Atomik Emisyon Spektrometresi) cihazı ile belirlendi. Bunun için öncelikle mikrodalga yakma yöntemi ile örneklerin organik yapılarının parçalanması ve cihazda analiz edilebilecek forma gelmesi sağlandı. Yapılan analizler sonucunda organik ve geleneksel buğday, yeşil mercimek, bal ve yumurtada kurşun ve kadmiyum element tespit sınırının (Limit of detection, LOD) altında bulunurken, bal ve yumurtada bakır da LOD altında bulundu. Buğday numunelerinde geleneksel örneklerdeki Cu ve Zn düzeyleri, organik örneklerden daha yüksek belirlenirken, organik örneklerdeki Fe düzeyinin geleneksel örneklerden daha yüksek olduğu belirlendi. Yeşil mercimekte geleneksel örneklerdeki Cu, Zn ve Fe düzeyleri, bal ve yumurta numunelerinde ise geleneksel örneklerdeki Zn ve Fe düzeyleri organik örneklerden daha yüksek bulundu. Besinsel değer bakımından da tüm örneklerin Zn, Fe ve Cu yönünden uygun olduğu belirlendi. Analiz edilen organik örneklerdeki ortalama metal düzeyleri; buğdayda Cu 3,68±0,17 ppm, Zn 18,89±2,44 ppm, Fe 38,89±1,48 ppm, yeşil mercimekte Cu 7,54±0,16 ppm, Zn 29,38±1,31 ppm, Fe 65,87±2,22 ppm, balda Zn 17,90±1,38 ppm, Fe 10,43±0,62 ppm ve yumurtada Zn 17,35±1,06 ppm, Fe 19,76±0,73 ppm olarak tespit edilirken, geleneksel örneklerdeki ortalama metal düzeyleri; buğdayda Cu 4,96±0,21 ppm, Zn 26,03±1,64 ppm, Fe 32,25±1,72 ppm, yeşil mercimekte Cu 7,81±0,15 ppm, Zn 36,80±2,20 ppm, Fe 73,10±2,44 ppm, balda Zn 34,93±6,04 ppm, Fe 12,34±0,71 ppm ve yumurtada Zn 18,84±1,21 ppm, Fe 21,45±1,43 ppm olarak tespit edildi. Çalışma sonucunda örneklerdeki ortalama metal düzeylerinin buğday ve yeşil mercimekte Fe>Zn>Cu, balda Zn>Fe ve yumurtada ise Fe>Zn şeklinde sıralandığı gözlendi.Abstract That research aims to shed light on organically and conventionally produced animal and vegetable products that are supplied from different places of sale in the market of Ankara, and to focus on determination of lead, cadmium, copper, zinc and iron level within wheat, green lentils, honey (flower honey), and egg and comparison of the products with each other or as regards to national and international limits thanks to the similar researches in that area. That research compiled 80 samples that consists of 40 conventionally produced products and 40 organically produced products. Each product type has 10 different serial numbers. The level of metal in products was determined with the help of ICP-AES (Inductively Coupled Plasma- Atomic Emission Spectrometry). For that, first of all, organic structure of samples were broken to pieces with the method of microwave burn and samples became ready for the analysis in ICP-AES. As a result of the analysis, whereas the level of cadmium and lead within conventionally and organically produced wheat, green lentils, honey and egg is under the limit of detection (LOD), the level of copper within honey and egg is under LOD. It is determined that while the level of Zn and Cu is higher in conventional products within the wheat samples when compared to the organic products, the level of Fe within the organic products is higher than the conventional products. It is confirmed that the level of Cu, Zn and Fe within the green lentils in conventionally produced product, and the level of Zn and Fe within honey and egg samples in conventionally produced products is higher than organically produced products. It is also ascertained that the level of Zn, Fe and Cu within all samples are favorable considering the nutritional value. While the average level of metal within all analyzed organic products are determined as; within wheat Cu 3,68±0,17 ppm, Zn 18,89±2,44 ppm, Fe 38,89±1,48 ppm, within green lentils Cu 7,54±0,16 ppm, Zn 29,38±1,31 ppm, Fe 65,87±2,22 ppm, within honey Zn 17,90±1,38 ppm, Fe 10,43±0,62 ppm and within egg Zn 17,35±1,06 ppm, Fe 19,76±0,73 ppm, the average level of metal within the conventionally produced products is detected as; within wheat Cu 4,96±0,21 ppm, Zn 26,03±1,64 ppm, Fe 32,25±1,72 ppm, within green lentils Cu 7,81±0,15 ppm, Zn 36,80±2,20 ppm, Fe 73,10±2,44 ppm, within honey Zn 34,93±6,04 ppm, Fe 12,34±0,71 ppm and within egg Zn 18,84±1,21 ppm, Fe 21,45±1,43 ppm. At the end of the research, the average level of metal within the wheat and green lentils is determined as; Fe>Zn>Cu, and within honey Zn>Fe and within egg Fe>Zn.Item Türkiye'de tüketime sunulan organik ve geleneksel süt ve süt ürünlerinin bazı metal düzeyleri yönünden karşılaştırılması(Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2012) Seğmenoğlu, Mansur Seymen; Baydan, EmineÇalışma çerçevesinde, Türkiye'de marketlerde satışa sunulan geleneksel ve organik süt, beyaz peynir ve tereyağının alüminyum, arsenik, kadmiyum ve kurşun düzeylerinin belirlenmesi, sonuçlarının organik ve geleneksel gruplar ile ulusal ve uluslararası benzer çalışmalarla karşılaştırılması amaçlandı. Bu çalışmada, Mart 2010 ? Şubat 2011 tarihleri arasında her 3 aylık dönemde her ürün çeşidi için 3'er adet farklı parti/seri numaralı 9 adet organik ve 9 adet geleneksel örnek olacak şekilde, yıllık toplam 72 örnek toplandı. Örnekler mikrodalga yakma yöntemi ile analiz edilecek forma dönüştürüldükten sonra AAS (Atomik Absorbsiyon Spektrofotometre) cihazı ile metal düzeyleri belirlendi. Çalışma sonucu, analiz edilen 72 örnekten yapılan 288 çalışmanın 9'unda Al, 7'sinde As, 9'unda Cd, 24'ünde Pb varlığına rastlandı, 239 çalışmada elementler tespit sınırının (limit of detection, LOD) altında bulunduğundan veri elde edilemedi. İstatistiki verilere dayanılarak geleneksel süt ile organik süt ve geleneksel peynir ile organik peynir ortalama Pb değerleri yönüyle karşılaştırıldı. Pb median değeri geleneksel sütte 0,0055 ppm, organik sütte 0,001 ppm, geleneksel peynirde 0,032 ppm, organik peynirde 0,008 ppm'dir. Karşılaştırmada istatiksel anlamda Pb değeri bakımından fark olmadığı tespit edildi (P>0,05). Geleneksel peynirlerden 5, organik peynirlerden 1, organik tereyağından da 1 örneğin Pb yönünden kabul edilebilir sınırı aştığı görüldü.Abstract In the frame of this study, what was aimed was finding the levels of (aluminium, arsenic, cadmium and lead). In the both conventional and organic milk, cheese and butter which were presented to having been sold in the markets furthermore; comparing these results with conventional and organic groups and with the national and international similar studies. In this study, between the dates March,2010 and February, 2011, in every three months? period for every product type; different party numbered 9 organic and 9 conventional example products, which were in total 72, were collected. After these products had been converted into the forms which could be analysed by the way of microwave burning; their metal levels were found by the use of AAS system. In the result of 288 study which were done in the 72 examples that were analysed; Al in 9 examples, As in 7 examples, Cd in 9 examples and Pb in 24 examples were found. No data were provided in 239 studies. Because of the fact that elements were below the limit of detection (LOD). Owing to the statistical data conventional cheese and organic cheese were compared from the view of Pb levels. In result, it was found that the median Pb level was 0,0055 ppm in conventional milk; 0,001 ppm in organic milk; 0,032 ppm in conventional cheese; 0,008 ppm in organic cheese. In these comparations, it was found that there was no difference from the point of Pb in statistical view (P>0,05). Besides, it was seen that 5 examples in conventional cheese, 1 example in organic cheese and 1 example in organic butter exceeded aceptable limits from the view of Pb.Item Türkiye'de yetişen Eryngium kotschyi (Boğadikeni) ve Eryngium maritimum (Deniz Boğadikeni) bitkilerinin sitotoksik etkilerinin Hep2, Hepg2, Vero Ve U138 MG hücre kültürlerinde araştırılması(Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2010) Yurdakök, Begüm; Baydan, EmineBu araştırmada, Apiacea familyasının en fazla türe sahip olarak dünyada geniş yayılım gösteren cinsi olan Eryngium L. arasından, Türkiye'de yetişen ve halk arasında antiinflamatuar, antivenom, antinosiseptik, diüretik olarak kullanılan, Eryngium maritimum (EM) ile endemik Erygium kotschyi (EK) bitkilerinin HepG2 (insan hepatoma), Hep2 (insan laryngeal epidermoid karsinoma), U138 MG (insan glioma) ve Vero (Afrika yeşil maymun böbrek epitel hücresi) hücre hatları üzerindeki sitotoksik etkinliğinin LDH (laktat dehidrogenaz) ve MTT (3-(4,5-dimetiltiazol-2-il)-2,5-difeniltetrazolyum bromür) yöntemleri kullanılarak değerlendirilmesi amaçlandı. Araştırmada kullanılan bitki ekstrelerinin tümünde artan doz ile alınan yüzde (%) sitotoksisite cevapları arasında pozitif bir ilişki gözlendi. Vero hücreleri dışında, özellikle Hep2 ve U138 MG hücrelerinde olmak üzere, hücre hatlarında, genel anlamda dozlara alınan cevaplar ve yöntemler arasında ilişki bulundu. Tüm bitki ekstrelerinin inhibitör konsantrasyon 50 (IC50) değerleri (U138 MG-EKTÜ-LDH dışında) <100 µg/ml bulundu ve sitotoksik etki orta dereceli olarak değerlendirildi. LDH analizine göre elde edilen IC50 değerleri, MTT ile elde edilenden daha yüksek bulundu. Buna göre, bitki ekstrelerinin içerdiği saponin bileşiklerinin hücre duvarı üzerindeki etkisinin beklenenden zayıf olduğu, buna karşılık ekstrelerin içerdiği diğer etkin bileşiklerin intrinsik faktörler üzerinden de etki ederek sitotoksik etkinlik gösterebileceği düşünüldü. Değişken IC50 değerlerine sahip olması nedeniyle MTT testinin Vero hücrelerinde iyi çalışmadığı gözlendi. LDH testine göre en düşük IC50, tüm bitki ekstreleri için Hep2'de, en yüksek ise U138 MG- Eryngium kotschyi toprak üstü (EKTÜ)'de bulundu. Bitki ekstrelerinin yüzde sitotoksisite değerleri ise LDH'ya göre, IC50 değerlerini destekleyecek şekilde en fazla Hep2 hücrelerinde, en düşük ise Vero'da (EKTÜ hariç) bulundu. MTT testine göre de en yüksek IC50 U138 MG'de EKTÜ için elde edildi. Hep 2 ve U138'de her iki teste göre bitki ekstreleri için TA TÜ, Vero'da ise LDH testine göre TATÜ'dür. Araştırmadaki tüm bitki ekstrelerinin IC50 değeri, Amerikan Ulusal Kanser Enstitüsü (NCI)'nin bitki ekstreleri için antikanser etkinlik için belirlediği 30 ?g/ml'den yüksek (MTT, Vero EKTA ve EMTA hariç) bulundu. Veteriner hekimlik alanında da yaygınlaşan geleneksel tedavi uygulamaları arasında önemli yeri olan fitoterapi uygulamalarında kullanılan bitkilerin farmakolojik ve toksikolojik biyoetkin molekülleri ve metabolitleri içermesi nedeniyle kalite, güvenlik ve etkinlik yönünden test edilerek ve standardizasyonları yapılarak kullanılması gerekmektedir. Araştırmanın sonuçları, Türkiye'de folklorik olarak kullanılan EM ve endemik EK ile yapılan ilk in vitro sitotoksisite çalışması olması ve ülkemizde bitkiler ile yapılan az sayıdaki sitotoksisite çalışmalarına bilimsel katkı sağlaması bakımından önemlidir.AbstractThe aim of this study was to investigate the cytotoxic effects of the plant extracts belonging to Eryngium L. genus which is the most species rich genus of Apiacea family, distributed widely around the world as well as in Anatolia; Eryngium maritimum (EM) and Eryngium kotschyi (EK) used for its antiinflammatory, antivenom, antinociceptive and diuretic purposes in folk medicine in Turkey; on HepG2 (human hepatoma), Hep2 (human laryngeal epidermoid carcinoma), U138 MG (human glioma) and Vero (African green monkey kidney epithelial cells) cell lines using lactate dehydrogenase (LDH) and (3-(4,5-dimethylthiazol-2-il)-2,5-diphenyltetrazolium bromure) (MTT) methods. Plant extracts give positive cytotoxicity (%) results in coordinated with increasing doses. LDH and MTT data supported each other on the cytotoxicity (%) by specific dose-response manner especially on Hep2 and U138 MG cell lines as well as the other cell lines. IC50 (Inhibitory concentration 50) values were found <100 µg/ml (except U138 MG-LDH-EKA). LDH data showed higher results on IC50 values compared to MTT. Saponin, acting mainly on the cellular walls, content of the plant extract give lower cytotoxicity results than expected, therefore cytotoxicity could be attributed to intrinsic factors related to other active components. Variable IC50 results MTT results for Vero cells were unreliable and yet the method did not function properly. Lowest IC50 values according to LDH method were observed in Hep2 cells among all plant extracts, and the highest in U138 MG with Eryngium kotschyi aereal (EKA) parts. Cytotoxicity (%) of the plant extracts along with the IC50 findings, were found in Hep2 as highest and Vero lowest (except EKA). Root (R) parts in Hep2 and U138 MG were found to be more toxic than aereal (A) parts for both plants in both methods (except U138 MG-EMR-MTT); whereas an opposite result for HepG2 cells were obtained. For Vero cells for both plants, in LDH assay RA results were seen. Plants used for phytotherapeutic purposes should carefully be screened for quality, safety and effectiveness assurance for its pharmacological and toxicological bioactive compunds and and its metabolites. This study is important as being the first in vitro cytotoxicity study with EM and endemic EK and the results would provide important contribution to the scientific basis in this field. Prior to in vivo tests, the cytotoxic activity should be supported by different dose intervals and incubation periods with other cytotoxicity assays based on different mechanisms.Item Türkiye’de yetişen Eryngium kotschyi ve Eryngium maritimum bitki türlerinin rat bağırsak ve idrar kesesi düz kası üzerine etkilerinin izole organ banyosunda araştırılması(Ankara Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri, 2011) Baydan, Emine; Veteriner Fakültesi; Kartal,Murat; İnce,SinanAraştırma, Wistar Albino ırkı, yaklaşık 250-300 g ağırlığında ve 5 yaşında, 72 erkek rattan alınan idrar kesesi ve ileum düz kas parçalarında, tekrarlı yapılan agonist (asetilkolin) ve antagonist ( atropin, verapamil, oksibutinin-idrar kesesinde, papaverin-ileumda) maddeler ile kalsiyumsuz ortamda Ca++ uygulamalarıyla gerçekleştirildi. Araştırma sonucunda, Eryngium kotschyi’nin idrar kesesinde 0.78, 1.56, 3.125, 12.5, 25, 50 mg/ml dozlarının tek tek; 3.125, 6.25, 12.5, 25, 50, 100 mg/ml dozlarının kümülatif; toprak altı ekstresinin 25,50,75,100 mg/ml dozlarının tek tek; 12.5, 18.75, 25, 37.5, 50, 75, 100, 150 mg/ml dozlarının kümülatif; ileumda toprak üstü ekstresinin 0.078, 0.156, 0.3125, 0.78, 1.56 mg/ml dozlarının tek tek; 0.078, 0.156, 0.3125, 0.78, 1.56, 3.125, 6.25, 12.5, 25, 50, 100 mg/ml dozlarının kümülatif ve toprak altı ekstresinin 25,50,75,100 mg/ml dozlarının tek tek; 12.5, 18.75, 25, 37.5, 50, 75, 100, 150 mg/ml dozlarının kümülatif uygulanması dokularda kasılmaya neden oldu. İdrar kesesinde, Eryngium kotschyi toprak üstü’nün 75 mg/ml ve 50 mg/ml dozları, ileumda toprak üstünün 2.343 mg/ml, toprak altının 50 mg/ml dozları ile 10 dk inkübe edilmesini takiben asetilkolin (10-6 M) uygulanması cevaplarda artışa neden oldu. İdrar kesesinde atropin (10-6 M), verapamil (10-7 M) ve oksibutinin (10-8 M)’le, ileumda ise atropin (10-6 M), verapamil (10-7 M) ve papaverin (10-6)’le inkübasyonu takiben, idrar kesesinde Eryngium kotschyi’nin toprak üstü (75 mg/ml) ve altı (50 mg/ml) tek doz, ileumda ise toprak üstü (2.343 mg/ml) ve altı (50 mg/ml) tek dozlarının ygulanması, cevaplarda farklı düzeyde azalmaya neden oldu. Kalsiyumsuz Krebs çözeltisinde idrar kesesi düz kası üzerine Eryngium kotschyi toprak üstü (75 mg/ml) ve altı (50 mg/ml) tek doz ve verapamil (10-7 M) ile inkübasyonu takiben1 mM CaCl2 uygulaması, kalsiyumsuz Tyrode çözeltisinde ileum düz kası üzerine Eryngium kotschyi toprak üstü (2.343 mg/ml) ve altı (50 mg/ml) tek doz ile verapamil (10-7 M) inkübasyonunu takiben 1 mM CaCl2 uygulaması, verapil ile olanda azalmaya neden olurken, bitkinin alt ve üst ekstreleriyle kombinasyonlarında artışa (p>0.05) neden oldu. Eryngium maritimum’un idrar kesesinde toprak üstü ve altı ekstrelerinin 6.25, 12.5, 25, 50, 100 mg/ml dozlarda tek tek; 6.25, 12.5, 25, 50, 100 mg/ml dozlarda kümülatif uygulanması, sadece tek uygulamalarda kastırıcı cevaplara yol açtı (toprak üstü için EC50 31.57 mg/ml, pD2 1.501±0.02 ve Emax 210.8±4.35; toprak altı için EC50 42.95 mg/ml, pD2 1.367±0.04 ve Emax 176.5±13.07). İdrar kesesinde toprak üstü (30 mg/ml) ve altı (50 mg/ml) ile 10 dk inkübasyonu takiben asetilkolin(10-6) uygulanması cevaplarda artışa (sırasıyla %133,27 p<0.05; %129,01 p<0.05) neden oldu. İdrar kesesinde, bitkinin toprak altı ve üstü ekstrelerinin cevapları atropin, verapamil ve oksibutinin varlığında çok az (kastırıcı cevaplar sırasıyla % 88,00, % 84,00, % 91,67 ve % 89,33, % 100,00, % 85,33 p>0.05) etkilendi. Kalsiyumsuz ortamda bitkinin toprak üstü ve altı idrar kesesinde cevaplarda azalmaya neden olurken, verapamil ile inkübasyonu, verapamilden 4 etkilenmeksizin kasılmaya neden oldu. İleumda toprak üstü ve altı ekstresinin 6.25, 12.5, 25, 50, 100 mg/ml dozlarında tek tek, 6.25, 12.5, 25, 50, 100 mg/ml dozlarda kümülatif uygulanması, sadece tek uygulamalarda kasılmaya neden oldu. Ancak, toprak üstü için doz-cevap ilişkisi (EC50 12.19 mg/ml, pD2 1.914±0.71 ve Emax 266.1±35.7) gözlenirken, toprak altı ekstresi için böyle bir ilişki gözlenemedi (100 mg/ml dilusyonda gerim 1659±183.92 mg). İleumda da toprak üstü (11 mg/ml) ve altı (50 mg/ml) ile inkubasyonu takiben ACh uygulanması cevaplarda artışa (sırasıyla % 164,62 ve % 179,33±35,04’lik p<0.05) yol açtı. Eryngium maritimum’un toprak üstü ve altının ileumdaki cevapları atropin, verapamil ve papaverin varlığında azalma gösterdi (kastırıcı cevaplar sırasıyla, % 87,81, % 12,52, % 45,71 ve %94,76, %5,26, %45,51 p>0.05). Kalsiyumsuz ortamda ileumun toprak üstü (11 mg/ml), altı (50 mg/ml) ve verapamille (10-7 M) inkübasyondan sonra uygulanan 1 mM CaCl2 tüm cevaplarda azalmaya (toprak altı hariç p>0.05) neden oldu. Sonuç olarak, ülkemizde halk arasında değişik amaçlarla kullanılan Eryngium türlerinin antispazmodik olarak da kullanıldığı bildirilmektedir. Ancak yapılan bu araştırmada çalışılan her iki Eryngium türü düz kaslarda, uygulama yapılan doku çeşidi ile uygulama doz ve şekillerindeki farklılığa bağlı olarak kasılmaya neden oldu. Bu kasılmalar, özellikle Türkiye’nin endemik türü olan Eryngium kotschyi’de daha belirgin olduğu gözlendi. Etki mekanizmalarının spesifik reseptörler aracılığıyla olmadığı (nonspesifik) kanaatine varıldı.