Cilt:66 Sayı:02 (2019)
Permanent URI for this collection
Browse
Browsing Cilt:66 Sayı:02 (2019) by Title
Now showing 1 - 13 of 13
Results Per Page
Sort Options
Item Bacteriocinogenic bacteria isolated from Civil, Kashar and White cheeses in Erzurum, Turkey(Ankara : Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi, 2019) Özlü, Hayrunnisa; Atasever, Mustafa; Veteriner FakültesiThis study was carried out in order to identify the bacteriocinogenic lactic acid bacteria (LAB) isolated from civil, kashar and white cheeses produced by traditional methods in Erzurum, Turkey. LAB were isolated from 80 samples of cheese collected from the markets of Erzurum. Antimicrobial activities of the isolates were determined using agar spot and well diffusion methods. LAB that showing antimicrobial activity were characterized phenotypically and genotypically, and the bacteriocin-producing strains were determined. The susceptibilities of bacteriocins to different temperatures, pH and enzymes were tested. While 48.29% of the 381 LAB isolated from cheese samples had antimicrobial activity, only 4.35% of them were determined producing bacteriocin. While 168 of 184 isolates which were showing antimicrobial activity were identified by phenotypical methods at a genus level, and 11 of were at a species level, 135 of 184 isolates were identified by genotypical methods at a genus level, and 26 of were at a species level. Lb. plantarum (24.36%) and Lb. brevis (23.08%) in lactobacilli, E. faecium (38.89%) and E. durans (20.37%) in enterococci, and Lc. lactis subsp. lactis (100%) in lactococci were identified as the dominant species. All bacteriocin producing exhibited antimicrobial activity against Micrococcus luteus. It has been determined that bacteriocin producing Lc. lactis subsp. lactis and Lb. pentosus strains have inhibition impact on Staphylococcus aureus and Listeria monocytogenes. It has been concluded that the bacteriocin-producing isolates, due to not losing their activities in a wide range of pH and different temperature-time values, could be used as a bio-protective culture in food production and storage. Bu çalışma, Erzurum ilinde geleneksel yöntemlerle üretilen beyaz, civil ve kaşar peynirlerinden izole edilen bakteriyosinogenik laktik asit bakterilerinin (LAB) belirlemesi amacıyla yapıldı. Erzurum piyasasından toplanan 80 peynir örneğinden LAB izole edildi. İzolatların antimikrobiyal aktiviteleri agar spot ve kuyu difüzyon yöntemleri kullanılarak belirlendi. Antimikrobiyel aktivite gösteren LAB fenotipik ve genotipik olarak tanımlandı ve bakteriyosin üreten suşlar tespit edildi. Bakteriyosinlerin farklı sıcaklık, pH ve enzimlere karşı duyarlılıkları test edildi. Peynir örneklerinden izole edilen 381 izolatın %48.29’u antimikrobiyal etkiye sahipken bunlardan yanlızca %4.35’inin bakteriyosin ürettiği tespit edildi. Antimikrobiyal aktivite gösteren 184 izolattan 168 tanesi cins ve 11 tanesi tür düzeyinde fenotipik yöntemlerle tanımlanırken, 184 izolattan 135 tanesi cins ve 26 tanesi tür düzeyinde genotipik yöntemle belirlenmiştir. Laktobasillerde Lb. plantarum (%24.36) ve Lb. brevis (%23.08), enterokoklarda E. faecium (%38.89) ve E. durans (%20.37), laktokoklarda ise Lc. lactis subsp. lactis (%100) baskın türler olarak tespit edildi. Bakteriyosin üreten izolatların tamamı M. luteus’a karşı antimikrobiyel aktivite gösterdi. Bakteriyosin üreten Lc. lactis subsp. lactis ve Lb. pentosus suşlarının S. aureus ve L. monocytogenes üzerine inhibe edici etkisinin olduğu belirlendi. Bakteriyosin üreten izolatların geniş bir pH aralığında ve farklı ısı-zaman değerlerinde aktivItem Economic analysis of beekeeping enterprises in Aegean Region, Turkey(Ankara : Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi, 2019) Çevrimli, Bahadır Mustafa; Sakarya, Engin; Veteriner FakültesiThe aim of this study was to determine the economic analysis of beekeeping enterprises in Aegean Region of Turkey. The material of the current study was collected through face to face interviews from the total of 73 small, medium and largescale enterprises determined by simple random sampling in Aegean region of Turkey (Aydın, Denizli, Mugla provinces). A backward regression model was developed to assess the input and output relationships in the enterprises. According to the results, the factors that affect the total profit, namely, marketing costs, sale price, unit cost, equipment and other expenses were found to be statistically significant (p<0.05). In the study, the lowest cost of producing honey was found to be in large-scale enterprises (1.82 US$/kg) and in the province of Aydın (1.64 US$/kg), whereas the highest cost of producing honey was found to be in small-scale enterprises (3.14 US$/kg) and in the province of Denizli (3.79 US$/kg). Net profit was calculated to be 41.16 US$/hive in small-scale, 28.75 US$/hive in medium-scale and 35.45 US$/hive in large-scale enterprises. In conclusion, considering that the major problem of beekeeping enterprises in Aegean Region is the marketing (64.3%) and the, study also suggested that some measures and supports actions should be put into practice including augmentation of the sale opportunities of the honey produced and the activation of structures of cooperatives so that the profitability of enterprises may be increased, and beekeeping activity may be carried out in a sustainable manner. Keywords: Beekeeping enterprises, cost, economic analysis, honey, marketing. Bu araştırma Türkiye’de Ege bölgesindeki arıcılık işletmelerinin ekonomik analizinin gerçekleştirilmesi amacıyla yapılmıştır. Araştırma materyalini Ege bölgesinde (Aydın, Denizli, Muğla) tesadüfi örnekleme yöntemiyle belirlenen küçük, orta ve büyük olmak üzere üç farklı ölçekte toplam 73 adet işletmenin yüz yüze görüşme yöntemi ile elde edilen 2014-2015 yıllarına ait veriler oluşturmuştur. İşletmelerde girdi-çıktı ilişkilerinin değerlendirilmesi için backward regresyon modeli oluşturulmuş, toplam kâra etki eden unsurlardan; pazarlama masrafları, satış fiyatı, birim maliyet, ekipman giderleri ve diğer giderler istatistiksel olarak anlamlı (p<0.05) bulunmuştur. Araştırmada bal üretim maliyeti en düşük (1.82 US$) büyük ölçekli işletmelerde ve iller bazında Aydın’da (1.64 US$/kg) bulunurken, en yüksek üretim maliyeti (3.14 US$/kg) küçük ölçekli işletmelerde ve iller bazında Denizli’de (3.79 US$/kg) tespit edilmiştir. Kovan başına net kâr küçük ölçekli işletmelerde 41.16 US$, orta ölçekte 28.75 US$, büyük ölçekte 35.45 US$ olarak hesaplanmıştır. Sonuç olarak Ege Bölgesi’nde arıcılık işletmelerinin başlıca sorununun pazarlama olduğu (%64,3), işletmelerde kârlılığının artması ve sürdürülebilir bir arıcılık faaliyeti için, üretilen balın perakende satış imkânlarının çoğaltılması, kooperatif yapıların etkinleştirilmesi başta olmak üzere pazarlama alanında bir takım destek ve tedbirlerin hayata geçirilmesi büyük önem arz etmektedir. AnahtarItem Effects of Allium tuncelianum on hyperglycemia and oxidative stress in the kidney and liver tissues in rats with diabetes mellitus induced by streptozotocin(Ankara : Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi, 2019) Atila, Gözde; Bilgili, Ali; Uslu, Hamit; Erdağ, Dinçer; Özkan, Oktay; Veteriner FakültesiIn this study, it was aimed to investigate the effects of Allium tuncelianum extract on hyperglycemia and oxidative stress in the kidney and liver tissues in rats with diabetes mellitus induced by streptozotocin. The rats were randomly divided into 4 groups with 10 animals in each group: Control group (C) was intraperitoneally (i.p.) treated with physiological saline solution, diabetic control (DC) group i.p. with a single dose of 50 mg/kg streptozotocin (STZ), diabetic + insulin (D+I) group i.p. with a single dose of 50 mg/kg STZ and subcutaneously (s.c.) with 2 IU insulin for 28 days (Levemir Flexpen), diabetic + Allium tuncelianum extract (D+AT) group i.p. with a single dose of 50 mg/kg STZ and orally with 250 mg/kg Allium tuncelianum extract for 28 days. The serum glycated hemoglobin (HbA1c), insulin levels and the kidney and liver thiobarbituric acid reactive substances (TBARS), superoxide dismutase (SOD), and catalase (CAT) activities were determined by using ELISA kits. Increased blood glucose levels (p<0.001), increased TBARS levels (p<0.001, p<0.01 respectively), and decreased SOD and CAT activities (p<0.001) in the kidney and liver tissue homogenates were determined in diabetic control group compared to control group. Allium tuncelianum extract had potent antioxidant activities in the diabetic rats, and demonstrated improvement effects by increasing insulin levels, decreasing glycated hemoglobin levels, and attenuating oxidative stress in the diabetic rats. This study suggests that Allium tuncelianum extract may have therapeutic potential for patients with diabetes Bu çalışmada streptozotosin ile diyabetes mellitus oluşturulan sıçanlarda Allium tuncelianum ekstraktının hiperglisemi ve böbrek ve karaciğer dokularında oksidatif stres üzerine etkilerini araştırmak amaçlandı. Sıçanlar her bir grupta 10 hayvan olacak şekilde rastgele 4 gruba ayrıldı: Kontrol grubuna (C) periton içi (i.p.) fizyolojik tuzlu su, diyabetli kontrol (DC) grubuna i.p. tek doz 50 mg/kg streptozotosin (STZ), diyabet + insülin (D+I) grubuna i.p. tek doz 50 mg/kg STZ ve 28 gün süre ile deri altı (s.c.) 2 IU insülin (Levemir Flexpen), diyabet + Allium tuncelianum ekstrakt (D+AT) grubuna i.p. tek doz 50 mg/kg STZ ve 28 gün süre ile ağızdan 250 mg/kg Allium tuncelianum ekstraktı ugulandı. Serum glikozile hemoglobin (HbA1c), insülin düzeyleri ve böbrek ve karaciğer tiyobarbitürik asit reaktif maddeler (TBARS), süperoksit dismutaz (SOD) ve katalaz (CAT) aktiviteleri ELISA kitleri ile belirlendi. Kontrol grubuna göre diyabetli kontrol grubunda yüksek kan glikoz düzeyleri (p<0.001), böbrek ve karaciğer homojenatlarında TBARS düzeylerinde artma (p<0.001, p<0.01, sırasıyla) ve SOD ve CAT aktivitelerinde azalma (p<0.001) belirlendi. Allium tuncelianum ekstraktı diyabetli sıçanlarda güçlü antioksidan aktivitelere sahipti ve diyabetli sıçanlarda insülin düzeylerini artırarak, glikozile hemoglobin düzeylerini azaltarak ve oksidatif stresi hafifleterek iyileştirici etkiler gösterdi. Bu çalışma Allium tuncelianum ekstraktının diyabetli hastalar için terapötik potansiyele sahip olabileceğini göstermektedir.Item Evaluation of Tularemia cases in Ankara province, Turkey(Ankara : Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi, 2019) Şimşek, Asiye Çiğdem; Çankaya, Sertaç; Veteriner FakültesiTularemia; caused by Francisella tularensis is a zoonotic disease which can be seen endemic in the northern hemisphere. The distribution of tularemia cases according to years and the characteristics of the disease in Ankara province were evaluated in this descriptive study. The number of tularemia cases according to years in Ankara were as follows: 129 cases in 2010, 349 in 2011, 87 in 2012, 2 in 2013, 0 in 2014, 23 in 2015, 86 in 2016, 16 in 2017 and 4 in 2018. 52.3% of cases seen in the years 2010- 2018 were female (n = 364) and 47.7% (n = 332) were male and the mean age was 38.99 ± 18.82. In these cases, the use of waterwork was 66.7%, the use of public fountains was 40.3%, the use of well water was 7.0%, the presence of rodents around was 25.6%. To control tularemia, well water, spring water and fountains outside the grid system must be controlled; used water tanks must be maintained and cleaned at regular intervals. It is important that the water against microbiological contamination are chlorinated by automatic devices and the residual chlorine measurements are made without interruption. Keywords: Francisella tularensis, rodent diseases, tularemia, waterborne diseases. Tularemi, etkeni Francisella tularensis olan, kuzey yarı kürede endemik olarak görülebilen zoonotik bir hastalıktır. Bu tanımlayıcı tipteki çalışmada, Ankara İli'nde görülen tularemi olgularının yıllara göre dağılımı ve bazı özellikleri değerlendirilmiştir. Ankara genelinde yıllara göre tularemi olgu sayıları şöyledir: 2010’da 129, 2011’de 349, 2012’de 87, 2013’te 2, 2014’te 0, 2015’te 23, 2016’da 86, 2017’de 16 ve 2018’de 4 vaka. 2010-2018 yıllarında görülen olguların %52.3'ü kadın (n=364), %47.7’si ise (n=332) erkektir; yaş ortalaması 38.99±18.82'dir. Bu olgularda şebeke suyu kullanımı %66.7, halk çeşmelerinden su kullanımı %40.3, kuyu suyu kullanımı %7.0; çevrede kemirgen varlığı %25.6, olarak saptanmıştır. Tulareminin kontrol edilmesi amacı ile şebeke sistemi dışındaki kuyu suyu, kaynak suları ve halk çeşmelerinin kontrolü sağlanmalı; kullanılan su depolarının bakımları yapılmalı ve düzenli aralıklar ile temizlenmelidir. Mikrobiyolojik kirlenmeye karşı suların otomatik cihazlar ile klorlanması ve bakiye klor ölçümlerinin aksatılmadan yapılması önemlidir.Item Identification of bacteria isolated from dairy goats with subclinical mastitis and investigation of methicillin and vancomycin resistant Staphylococcus aureus strains(Ankara : Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi, 2019) Öztürk, Dilek; Türütoğlu, Hülya; Pehlivanoğlu, Faruk; Yapıcıer, Özlem Şahan; Veteriner FakültesiThe objective of this study was to determine methicillin and vancomycin resistance phenotypically by agar disc diffusion method (ADDM) and minimal inhibitory concentration (MIC) test and genotypically by polymerase chain reaction (PCR) in Staphylococcus aureus strains isolated from goat milk. A total of 466 milk samples were collected from 233 goats in herds with mastitis problems in Burdur province of Turkey. The microorganisms were isolated from 122 (26.18%) of goat milk samples and among these microorganisms 53 (42.06%) were coagulase negative staphylococci (CNS), 43 (34.23%) were Staphylococcus aureus, 16 (12.08%) were Escherichia coli, 10 (7.94%) were Candida spp. and 4 (3.17%) were Brucella melitensis. Seven of S. aureus isolates were determined resistant to methicillin by ADDM and five of these isolates were found resistant to methicillin by MIC. mecA and vanA genes can not be determined in S. aureus isolates by PCR. Staphylococcus aureus isolates were found to be susceptible to vancomycin by ADDM and MIC test. In conclusion, S. aureus and CNS are found to be the most isolated species from goat milk in Burdur province. In addition to that, the absence of mecA and vanA genes in the S. aureus isolated from goat milk showed that goat milk does not play a significant role in the spreading of MRSA. Bu çalışmanın amacı, keçi sütlerinden izole edilen Staphylococcus aureus izolatlarında fenotipik ve genotipik metisilin ve vankomisin direncinin agar disk difüzyon (ADDM), minimal inhibitory konsantrasyon (MİK) ve polimeraz zincir reaksiyonu (PZR) metodları ile belirlenmesidir. Bu amaçla, Burdur ilinde mastitis problemi yaşanan sürülerde bulunan 233 adet keçiden 466 adet süt örneği toplandı. Keçi sütlerinin 122 (%26.18)’sinden mikroorganizma izole edildi. İzole edilen mikroorganizmaların 53 (%42.06)’ü koagülaz negatif stafilokok (KNS), 43 (%34.23)’ü Staphylococcus aureus, 16 (%12.08)’sı Escherichia coli, 10 (%7.94)’u Candida spp. ve 4 (%3.17)’ü ise Brucella melitensis olarak belirlendi. Staphylococcus aureus izolatlarının 7’si ADDM ile metisiline dirençli bulunurken, bu izolatların 5’i MİK ile fenotipik olarak metisiline dirençli bulundu. Staphylococcus aureus izolatlarında mecA ve vanA genleri PZR ile belirlenemedi. Staphylococcus aureus izolatları ADDM ve MİK ile vankomisine duyarlı bulundu. Sonuç olarak S. aureus ve KNS’nin Burdur ilinde keçi sütlerinden en sık izole edilen bakteriler olduğu belirlendi. Bununla birlikte, keçi sütlerinden izole edilen S. aureus suşlarında mecA ve vanA genlerinin saptanamaması, MRSA’nın yayılmasında keçi sütlerinin önemli bir rol oynamadığını göstermiştir.Item Kuzu enteritislerinde Cryptosporidiosis hastalığının patolojik yöntemlerle araştırılması(Ankara : Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi, 2019) Ertan, Oruç; Akpınar, Yusuf; Veteriner FakültesiÇalışmanın amacı kuzu ishallerinde önemli bir patojen olan Cryptosporidium parvum (C. parvum) etkenlerinin bağırsak smearı ve parafin kesitlerden, Modifiye Ziehl-Neelsen (MZN), histopatoloji, immunohistokimya (İHK) ve immunfloresan (İF) boyama yöntemleri ile belirlemek ve Cryptosporidiosis hastalığının 30 günlüğe kadar olan kuzulardaki yaygınlığını ortaya koymaktır. Bu amaçla, ishal belirtisi gösteren ve agoni halde iken nekropsi yapılmış 60 adet ve yine ishal belirtisiyle ölmüş 85 adet (toplam 145 adet) kuzudan alınan bağırsak örnekleri kullanılmıştır. MZN boyama sadece, agoni halde iken nekropsileri yapılan 60 kuzudan alınan taze incebağırsak örneklerinden hazırlanan smear örneklerine yapılmıştır. Bu 60 örnekle birlikte ölü olarak getirilen 85 kuzudan (toplam 145) elde edilen incebağırsak örneklerinden hazırlanan parafin kesitlerden ise histopatoloji, İF ve İHC boyamaları prosedürüne uygun olarak yapıldı. MZN boyamalarda (60 örnek) %13.3 oranında Cryptosporidium spp., parafin blokları hazırlanan toplam 145 örnekten alınan kesitlerin IF ve IHC boyamalarda ise %13.8 oranında C. parvum pozitif reaksiyon gözlenmiştir. Etken tespit edilen bağırsak kesitlerinin histopatolojik incelemelerinde; değişen derecelerde olmak üzere; epitel hücrelerinde nekroz, deskuamasyon ve villuslarda kütleşme, epitel yüzeyi boyunca Cryptosporidium spp. etkenleri, propria mukozada hiperemi ve mononükleer hücre infiltrasyonu, kript epitelinde mitoz artışı, lenfatik kanalda genişleme, intraepitelyal lenfositler ve bazı örneklerde Eimeria spp gözlendi. Sonuç olarak çalışmada İF, İHC ve MZN boyamalarının kuzularda Cryptosporidiosis hastalığını ortaya koymada etkili olduğu görülmüştür. The aim of this study is to determine C. parvum in small intestinal samples of lambs (up to 30 days old) with enteritis. For this aim, fresh intestinal smears prepared from 60 lambs (euthanized due to diarrhea) and stained with Modified ZiehlNeelsen (MZN). In addition to these 60 fresh samples, 85 different small intestinal samples obtained from dead lambs (total 145 small intestinal samples) were embedded in paraffin for histopathology, immunofluorescence (IF) and immunohistochemistry (IHC). Slides were stained according to protocols (MZN, hematoxylin-eosin, IHC and IF). In MZN staining, 13.3% of smear samples were found positive for Cryptosporidium spp. Besides, C. parvum positivity was detected in the rate of 13.8% in IF and IHC stains. In the histopathologic examination, desquamation and necrosis of intestinal epithelium, villus atrophy, Cryptosporidium spp. along the surface of villus epithelium, hyperemia, mononuclear cellular infiltration, mitosis in crypt epithelium, intraepithelial lymphocytes, dilatation in the lymphatic canal and Eimeria spp. in some cases were observed in varying degree. In conclusion, IF, IHC and MZN stains were found effective in revealing cryptosporidiosis in lambs.Item Milk yield and quality traits in different lactation stages of Damascus goats: Concentrate and pasture based feeding systems(Ankara : Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi, 2019) Yakan, Akın; Şakar, Aysel Eraslan; Özkan, Hüseyin; Ateş, Cafer Tayyar; Ünal, Necmettin; Koçak, Ömür; Doğruer, Gökhan; Özbeyaz, Ceyhan; Veteriner FakültesiThis study aimed to survey milk yield, lactation stages and milk quality traits of Damascus goats reared under different feeding systems. Goats were divided according to feeding systems as pasture based and concentrate based. Feeding systems were found to have significant effect on lactation milk yield but not on lactation duration. Although differences between feeding systems were not found significant on pH, milk composition factors (fat, lactose, dry matter), somatic cell count and malondialdehyde (except for early lactation stage) for each lactation stage, significant effects were detected on same parameters among lactation stages. Calcium levels at early lactation stage in milk differed either between feeding systems or among lactation stages. Also, other minerals were found to decrease with lactation. While most of the fatty acids were affected in any of the lactation stages by the feeding system, all of them were significantly altered by lactation stages. Pastured goats had a lower percentage of total saturated fatty acids, atherogenic index, thrombogenic index and odour index ratios. In accordance with milk fatty acid composition, compared to the milk obtained from goats fed with concentrate, the milk obtained from the goats that pastured was healthier and early lactation stage was found to produce healthier milk than late lactation stage. Bu çalışma, farklı besleme sistemlerindeki Şam keçilerinin laktasyonun farklı dönemlerinde süt verimi ve süt kalite özelliklerinin araştırılması amacıyla yapılmıştır. Keçiler konsantre yeme ve meraya dayalı olarak iki farklı besleme sistemine ayrılmıştır. Besleme sistemlerinin, laktasyon süresi üzerine etkisi önemsiz olurken laktasyon süt verimi üzerinde önemli farklılığa sebep olmuştur. Besleme sistemleri arasında pH, süt kompozisyonu (yağ, laktoz, kuru madde), somatik hücre sayısı ve laktasyonun erken dönemleri hariç malondialdehit düzeyleri benzer olurken, aynı parametreler üzerinde laktasyon dönemlerinin etkisi önemli olmuştur. Sütteki Kalsiyum seviyeleri erken laktasyon dönemlerinde besleme sistemleri bakımından farklılık göstermiştir. Ayrıca laktasyon dönemleri arasında da farklılık meydana gelmiştir. Sütte bulunan diğer mineral maddelerin de laktasyonla beraber azaldığı tespit edilmiştir. Yağ asidi kompozisyonu besleme sistemlerinden büyük oranda etkilenirken, tüm yağ asitleri laktasyon dönemlerine göre önemli düzeyde farklılık göstermişlerdir. Meraya dayalı besleme sistemindeki keçilere ait sütler daha düşük toplam doymuş yağ asidi oranı, aterojenik indeks, trombojenik indeks ve koku indeks değerine sahip olmuştur. Süt yağ asidi kompozisyonu bakımından meraya dayalı beslenen keçilerden elde edilen süt konsantre yeme dayalı beslenen gruba göre daha sağlıklı bulunmuştur. Benzer şekilde erken laktasyon döneminde üretilen süt, geç laktasyon döneminde üretilene göre daha sağlıklı olmuştur.Item Organisational analysis of agricultural development cooperatives engaged in social support projects in rural areas for livestock production purposes(Ankara : Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi, 2019) Gökhan, Emin Ertan; Veteriner FakültesiThe present study evaluates the extent to which the livestock production subsidies extended to Agricultural Development Cooperatives, whose members were, by means of Social Assistance and Solidarity Foundations, found to be in economic deprivation in rural areas, are implemented successfully in social and economic terms, and analyses the organisational structures of the cooperatives that benefit from the subsidies. The material of the study consists of the qualitative and quantitative data of eight agricultural development cooperatives with a total of 612 members that benefit from the livestock production subsidies under the Project for Social Support in Rural Areas (KASDEP) in the province of Elazığ. A SWOT analysis was conducted to identify the cooperatives' capability to survive under the current production and market conditions. 2.135.554,07 US$ of a total subsidy amount of 3.876.851,75 US$ extended to Elazığ Agricultural Development Subsidies between 2004 and 2007 was repaid according to the data for 2015, which means a collection rate of 55.08%, and the remaining 44.92% is expected to be repaid through debt restructuring. The number of families that benefit from the subsidies as members of the cooperatives and continue production is 142, constituting 23.20% of the total number of members. Bu çalışmada, üyeleri kırsal alanda ekonomik yoksunluk içinde oldukları Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları aracılığıyla belirlenen, Tarımsal Kalkınma Kooperatiflerine sağlanan hayvansal üretim desteklerinin uygulama başarılarının sosyal ve ekonomik açıdan ne düzeyde olduğu değerlendirilerek, destekleri kullanan kooperatiflerin örgütsel yapıları analiz edilmiştir. Çalışmanın materyali, Elazığ ilinde Kırsal Alanda Sosyal Destek Projesi (KASDEP) kapsamında hayvansal üretim desteği kullanan 612 üyeli sekiz Tarımsal kalkınma kooperatifinin nitel ve nicel verilerinden oluşmuştur. Kooperatiflerin mevcut üretim ve pazar koşullarında varlıklarını sürdürebilme yeteneklerini belirlemek amacıyla SWOT analizi yapılmıştır. Elde edilen verilere göre 2004- 2007 yılları arasında Elazığ Tarımsal Kalkınma kooperatiflerinin kullandığı toplam 5.798.801 TL desteğin (3.876.851,75 US$) 3.194.255 TL’si (2.135.554,07 US$) 2015 yıl sonu verilerine göre ödenmiş olup, geri dönüşüm %55.08 oranında gerçekleşmekle birlikte geri kalan %44.92’lik kısmın yeniden yapılandırılan alacaklarla geri dönüşümü beklenmektedir. Kooperatiflerin üyesi olarak desteklerden yararlanan ve üretime devam eden aile sayısı 142 olup, üye varlığının %23.20’sini oluşturmaktadırItem Osmanlı Devleti’nde Avrupa’ya gönderilen veteriner hekimliği öğrencileri(Ankara : Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi, 2019) Gölcü, Berfin Melikoğlu; Veteriner FakültesiOsmanlı Devleti’nde on sekizinci yüzyılda başlayan iyileştirme çalışmaları ile Avrupa’da ivme kazanan bilimsel gelişmelerin takip edilmesine ve bu gelişmelerin devlet yapılarına uyarlanmasına çalışılmıştır. Bu kapsamda, Avrupa’dan örnek alınarak açılan okulların öğretim üyesi ihtiyacını karşılamak için önce yurt dışından uzmanlar getirtilmiş, daha sonra devamlı bir öğretim kadrosu yetiştirmek amacıyla Türk öğrencilerin Avrupa’ya gönderilmesi uygulaması başlatılmıştır. Askeri, mesleki ve teknik alanlarda eğitim almak üzere Avrupa ülkelerine gönderilen bu öğrenciler arasında veteriner öğrenciler de bulunmaktadır. Veteriner hekimliği öğrenimi görmek amacıyla Sivil Tıp Okulundan mezun hekimlerin ve Askeri Veteriner Okulu öğrencilerinin Avrupa’ya gönderilmesiyle başlayan bu uygulama, izleyen yıllarda veteriner hekimliğin çeşitli alanlarında uzmanlık eğitimi almak için veteriner hekimlerin gönderilmesiyle devam etmiştir. Öğrenimlerini başarıyla tamamlayan bu veteriner hekimler İstanbul’a döndüklerinde veteriner okullarının öğretim kadrosuna alınmış veya çeşitli devlet kademelerinde istihdam edilmiştir. Bu kişilerin büyük bir bölümü Türkiye’de veteriner hekimliği eğitim öğretimi ve örgütlenmesinde önemli hizmetlerde bulunmuşlar, veteriner hekimliğin akademik alanlarının gelişimine temel oluşturmuşlardır. Çalışmada Osmanlı Devleti’nde Avrupa’ya öğrenim görmek üzere gönderilen veteriner öğrenciler hakkında saptanabilen yeni bilgileri gün ışığına çıkarmak ve konuyu veteriner hekimliği tarihi açısından değerlendirmek amaçlanmıştır. In the Ottoman State, with the initiation of the reformation movement in the eighteenth century, it was aimed to both keep up with the scientific developments that had gained momentum in Europe at that time, and to apply these novelties to the state institutions. Within this scope, in order to establish the teaching staff of the schools that had been newly founded in view of the European model, firstly it was resorted to the tutorship of European experts. Thereafter, with an aim to establish permanent academic staff for these schools, Turkish students were started to be sent to Europe to be trained. Veterinary students were also included among these students, who visited European countries for military, professional and technical training. The practice of sending doctors, who were graduates of the Civil Medical School, and students of the Military Veterinary School to Europe for veterinary medical education was continued in the following years by sending veterinarians to European countries for specialisation training in various branches of veterinary medicine. These veterinarians, who successfully completed their education, were either appointed as teaching staff at the veterinary schools or employed at various public institutions, upon their return to İstanbul. Many of these students made significant contributions to veterinary education as well as to occupational organisations and established the basis of the development of the academic fields of veterinary medicine in Turkey. This study both reveals new information gathered on veterinary students sent by the Ottoman State to Europe for training and provides an assessment of the implications of this practice in view of the history of veterinary medicine.Item Postmortem findings on a group of Pica pica (Passeriformes: Corvidae)(Ankara : Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi, 2019) Girişgin, Ahmet Onur; Demirer, Aylin Alasonyalılar; Büyükcangaz, Esra; Khider, Mohammed; Birlik, Sezen; İpek, Volkan; Veteriner FakültesiCommon magpies (Corvidae: Pica pica) distribute through rural and urban areas of Turkey. Because of their distribution in urbanised regions, magpies may have some potential infectious agents which may relate to domestic animals and humans. In this study, eight common magpies brought to the animal hospital in need of medical intervention were examined for endoparasites and bacteria in a one-year period. Additionally, histopathologic examinations with related organs were carried out along with endo-parasitical, cytological and microbial examination the following necropsy. As results of the necropsies, three parasite species including two helminths and one protozoan (Passerilepis sp., Brachylaima sp., Isospora rochalimai, respectively) were identified, while Staphylococcus xylosus, S. sciuri, Escherichia coli, Klebsiella pneumonia, Salmonella spp. were isolated after microbiological examination. Histopathology revealed that subacute focal mycotic pneumonia, chronic nonpurulent granulomatous gastroenteritis, verminous enteritis, and the presence of paratyphoid nodules in liver. Both of the parasites and bacteria are the first records for Turkey’s helminth/bacterial fauna in wild birds. : Saksağan (Corvidae: Pica pica), Türkiye’nin kırsal ve şehirleşmiş alanlarında yaygın olarak bulunan bir kuş türüdür. Bu kuşlar şehirleşmiş alanlarda bulunduklarından dolayı, evcil hayvanlar ve insanlarla ilişkili bazı enfeksiyöz etkenleri taşıma potansiyeline sahip olabilmektedir. Bu durumu belirlemek için, bir yıl süresince tıbbi bakıma muhtaç bir halde hayvan hastanesine getirilen sekiz adet saksağan, iç parazitler ve bakteriler yönünden muayene edilmiştir. Yapılan nekropside iç parazitik, sitolojik ve mikrobiyal muayeneyi takiben, ilave olarak ilgili organlarda histopatolojik muayeneler de yapılmıştır. Nekropsiler sonucunda, iki helmint ve bir protozoondan oluşan üç tür parazit (sırasıyla Passerilepis sp., Brachylaima sp. ve Isospora rochalimai) teşhis edilmiş ve beş tür bakteri izole edilmiştir (Staphylococcus xylosus, S. sciuri, Escherichia coli, Klebsiella pneumonia, Salmonella spp.). Histopatolojide subakut fokal mikotik pnömoni, kronik nonpurulent granulomatöz gastroenteritis, verminöz enteritis ve karaciğerde paratifoid nodüllerin varlığı gözlenmiştir. Belirlenen bu enfeksiyöz etkenler, diğer hayvanlar ve insanlar için potansiyel bir kontaminasyon kaynağı teşkil edebilmektedir. Tespit edilen tüm parazit ve bakteriler, Türkiye’nin yabani kuşlarının helmint ve bakteri faunası için ilk defa bildirilmektedir.Item Protective effects of resveratrol on testicular oxidative stress induced of MK-801 in mice(Ankara : Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi, 2019) Akosman, Murat Sırrı; Türkmen, Ruhi; Demirel, Hasan Hüseyin; Yeni, Deniz; Avdatek, Fatih; Veteriner FakültesiRecently, it has been discovered that the doses of the MK-801 causing schizophrenia also initiate the oxidative stress in the testis. The current study investigated the protective role of the resveratrol against the MK-801 induced oxidative stress in the testis in mice. The testis weight, the total oxidant-antioxidant status, seminiferous tubules diameter, epithelial height, testicular pathology, and epididymal sperm motility were evaluated. A total of 24 male mice were equally divided into 4 groups so that each group included 6 mice. In the study, Group I (control group) was intraperitoneally received with 0.9% saline (10ml/kg). Group II was i.p. administered with MK-801 (1mg/kg), Group III was treated with i.p. MK-801 (1mg/kg) and resveratrol (40mg/kg), and the Group IV was treated i.p. with resveratrol (40mg/kg). All injections were performed for 14 days. According to the results, in the testis of mice in Group II the oxidative stress was observed. The oxidative stress affected the seminiferous tubules pathologically and decreased the weight of the testis and sperm motility. However, resveratrol protected the MK-801 induced oxidative stress in the testis. Moreover, this dose of the resveratrol increased the sperm motility compared with the controls. In conclusion, MK-801 caused oxidative stress in the testis and resveratrol had a protective effect against this damage. Keywords: MK-801, oxidative stress, resveratrol, schizophrenia, Günümüzde MK-801’in şizofreniye sebep olan dozlarının testiste oksidatif strese de neden olduğu ortaya çıkmıştır. Bu çalışma fare testislerinde MK-801 kullanılarak ortaya çıkartılan oksidatif strese karşı resveratrolün koruyucu etkisini araştırmak amacıyla yapılmıştır. Testisler ağırlık, toplam oksidan-antioksidan seviyeleri, seminifer tübüllerin çapları ve epitel dokularının yükseklikleri, patolojik ve epididimal sperm motilitesi yönünden değerlendirilmiştir. Bu amaçla 24 fare alınarak grup başına 6’şar fareden oluşan 4 grup oluşturulmuştur. Grup I, kontrolden oluşmuştur ve bu gruba intraperitoneal yolla %0,9 FTS (10ml/kg) verilmiştir. Grup II’ye i.p. yolla MK-801 (1mg/kg), Grup III’e i.p. yolla MK-801 (1mg/kg) ve resveratrol (40mg/kg), Grup IV’e de i.p. olarak resveratrol (40mg/kg) verilmiştir. Uygulamalar on dört gün boyunca sürmüştür. Bu sürenin sonunda testisler çıkartılmış ve yapılan incelemeler neticesinde testiste ikinci grupta MK-801’in oksidatif strese sebep olduğu saptanmış, testis ağırlığında azalma, sperm motilitesinde düşme ve tübüllerde patolojik değişiklikler olduğu görülmüştür. Resveratrolün ise oksidatif strese karşı testisi koruduğu ortaya konulmuştur. Ayrıca resveratrol grubunda kontrole göre sperm motilitesinin arttığı gözlenmiştir. SItem The anatomy of cervical sympathetic ganglia in Saanen goats(Ankara : Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi, 2019) Kabak, Murat; Onuk, Burcu; Sizer, Sedef Silviler; Kabak, Yonca Betil; Veteriner Fakültesi: Sympathetic ganglions located in the cervical region are important organs that make the final synapse of the sympathetic nerve fibers reached to the head, neck, and forelimbs. As far as we know, there are not any anatomical data about cervical sympathetic ganglia in Saanen goat. In this study, we determined the nerve branches separated from the ganglia and the location of the ganglia. We also determined the expression of some enzymes and proteins such as tyrosine hydroxylase (TH), dopamine β-hydroxylase (DβH), neuropeptide Y (NPY) and substance P (SP) in ganglia. Ganglion cervicale craniale (GCC) was on the medial side of bulla tympanica. Mainly branches named as nn. carotici interni, n. jugularis and nn. carotici externi was found to be separated from this ganglion and thin branches joined to the nearby nerve. It was found that n. vertebralis, the two branches that constitute the ansa subclavian, and the thin nerve branches involved in the surrounding tissues and organs separated from ganglion cervicothoracicum (GCT) that located in the first intercostal space. A total of five ganglion cervicale medium (GCM) found at the junction of the two branches forming the ansa subclavia. Another ganglion was not found on where cervical part of truncus sympathicus in all dissections and histological examinations. DβH, TH, NPY and SP were revealed to be express in all ganglia. DβH and NPY in CCG, TH in MCG, DβH, NPY and TH in GCT were found to be more intense staining : Cervical bölgede yer alan sempatik ganglion’lar baş, boyun ve ön ektremite’lere giden sempatik sinir liflerinin son sinaps yaptığı önemli organlardır. Saanen keçisinde servikal sempatik ganglion’lara ait anatomik bilgiye rastlanılmadı. Bu nedenle, bu çalışma ile bahsi geçen ganglion’ların yeri, ganglion’dan ayrılan sinir kolları ve ganglion’lardaki dopamin β-hidroksilaz (DβH), tirozin hidroksilaz (TH), Neuropeptid Y (NYP) ve Substans P (SP) gibi bazı enzim ve protein expresyonu belirlendi. Bulla tympanica’nın medial’inde yer alan ganglion cervicale craniale (GCC)’den başlıca nn. carotici interni, n. jugularis, n. caroticus externus ve çevre sinirlere katılan ince kollar ayrıldığı görüldü. Birinci interkostal aralıkta yer alan ganglion cervicothoracicum (GCT)’dan başlıca n. vertebralis, ansa subclavia’yı oluşturan iki kol ve çevre doku ve organlara katılan ince sinir kollarının ayrıldığı belirlendi. Ansa subclavia’yı oluşturan iki kolun birleşim yerinde toplam 5 adet ganglion cervicale medium (GCM)’a rastlandı. Yapılan tüm diseksiyon ve histolojik incelemelerde truncus symphaticus’un cervical bölümünde başka bir gangliona rastlanmadı. DβH, TH, NPY ve SP’nin tüm ganglion’larda exprese olduğu, GCC’de DβH ve NPY’nin, GCM’da TH’ın, GCT’da DβH, NPY ve TH’ın daha yoğun boyanma gösterdiği belirlendi.Item The effect of olive leaf extract on digestive enzyme inhibition and insulin production in streptozotocin-induced diabetic rats(Ankara : Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi, 2019) Temiz, Mehmet Ali; Temur, Atilla; Veteriner FakültesiOlive leaf has natural bioactive compounds, mainly oleuropein, that are widely considered to have potentially beneficial effects on health. This study aimed to evaluate the effects of olive leaf extract (OLE) on the inhibition of carbohydrate digestive enzymes, and immunohistochemical study of insulin in the pancreas of in vivo streptozotocin-induced diabetic rats. Blood glucose levels, insulin, glycated hemoglobin (HbA1c), α-amylase and α-glucosidase activities, and an immunohistochemical study were performed at the end of the experiment. In the OLE treated group, blood glucose levels and HbA1c significantly decreased while insulin levels increased. Besides this, OLE treated group showed remarkable inhibitory activities on α-amylase and α-glucosidase compared with the Acarbose treated group. It was observed that OLE exhibited partial positive immunoreaction for insulin in β-cells through immunohistochemical analysis. Considering that OLE is more tolerable for digestion system compared to acarbose, it may be a better fitoformulation for antidiabetic medications. OLE could offer an additional beneficial effect for the treatment of diabetes. Keywords: α-amylase, α-glucosidase, hypoglycemic, immunohistochemistry, olive leaf. Zeytin yaprağı potansiyel olarak sağlık üzerine yararlı etkileri olduğu düşünülen başlıca oleuropein olmak üzere biyoaktif bileşenlere sahiptir. Bu çalışma, streptozotosin (STZ) ile indüklenmiş diyabetik sıçanlarda zetin yaprağı ekstraktının (OLE) in vivo karbonhidrat sindirim enzimleri inhibisyonunun ve pankreasta insülin mevcudiyetinin araştırılmasını amaçlamaktadır. Deney sonunda kan glukoz seviyeleri, insülin seviyeleri, glikozillenmiş hemoglobin (HbA1c), α-amilaz ve α-glukozidaz aktiviteleri analizi ile immunohistokimyasal çalışma yapıldı. OLE tedavi grubunda kan glukoz seviyeleri ve HbA1c anlamlı şekilde azalırken insülin seviyeleri arttı. Bunun yanında OLE, Akarboz grubuna göre dikkat çekici şekilde α-amilaz ve α-glukozidaz aktivitelerinde inhibitör etki gösterdi. Immunohistokimyasal analizde OLE’nin β-hücrelerinde insülin için kısmi pozitif immunoreaksiyon gösterdiği gözlendi. OLE akarboz ile karşılaştırıldığında sindirim sistemi bakımından daha tolere edilebilir olduğu düşünüldüğünde antidiyabetik ilaçlara göre daha iyi bir fitoformülasyon olabilir. OLE, diyabet tedavisi için ek bir faydalı etki sunabilir. Anahtar sözcükler: α-amilaz, α-glukozidaz, hipoglisemi, immunohistokimya, zeytin yaprağı.