Browsing by Author "BAYRAKDAR, Mehmet (Tez Danışmanı)"
Now showing 1 - 1 of 1
Results Per Page
Sort Options
Item Eşrefoğlu Rumi'de ahlak(Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe ve Din Bilimleri Anabilim Dalı İslam Felsefesi Bilim Dalı) ÇETİNTAŞ, İbrahim (Yazar); BAYRAKDAR, Mehmet (Tez Danışmanı)XV. asırda yaşamış önemli bir mutasavvıf olan Eşrefoğlu Rûmi'nin ahlâk sisteminin oluşumuyla ilgili olarak iki temel süreç önplana çıkmaktadır. Bunlar, insan davranışlarına vücut veren ruhsal zeminin mânevi kirlerden ve çirkinliklerden temizlenmesi süreci ve müteakiben tasfiye edilen, temizlenen bu ruhsal yapının iyi, güzel ve muteber davranışlarla örülmesi sürecidir. Çok kolay gibi görünen bu sistemin kâmil manada teşekkül etmesine, birçok insanın, bazen sabrı; bazen de ömrü vefa etmemektedir. Sabır diyoruz; çünkü, insanda yerleşmiş ve adetâ benliğini sarmış olan çirkin davranışların değiştirilmesi, caydırıcı ve çetin bir sabrı gerekli kılmaktadır. Öte yandan, pekçok insanın hayatlarının sonuna kadar uğraşmalarına rağmen, kâmil manada bir ahlâka kavuşamadıkları müşâhade edilmektedir. Bu bakımdan, nefisle yapılan bu mücâdele kararlı ve dâimi olmalıdır. İnsanı ahlaken güzelleştiren bu beşeri çabanın özünü, "nefs" kavramı oluşturmaktadır. Bu bakımdan evlevij^etle, "sürekli kötülüğü emreden" nefsi tanımakla işe başlamak gerekmektedir. Yâni, insanın davranışlarına yön veren, nefis denilen bu ruhsal yetkinliğin bizatihi kendisinin ne olduğuna; insanın ruh beden bütünlüğü içerisinde nasıl bir fonksiyon ifâ ettiğine ve nefsin ilim, akıl ve irâde karşısında konumunun ne olacağına bakmak gerekmektedir. İşte, insan kendi nefsinin keyfiyetini tanır ve terbiye ederse, rabbini tanımaya doğru mânevi bir güzergâh açılmaktadır. Nefsi terbiye etme sürecindeki insanın kararlılığı devam eder ve tamamıyla beşeri Sıfatlardan sıyrılırsa, mânevi anlamdaki bu açılım neticesi, insanın iç dünyası Allah'tan gelen ilâhi, varidat ve esintilere açık hâle gelmektedir. Böylece bu insan, Allah'ın varlığını, birliğini, güzelliğini ve âleme olan tesirini, şâir insanlarda olmadığı kadar derin ve yakından idrâk edip, duymaktadır. İfâde ettiğimiz gibi, bu seviyeye gelmek için uzun, çileli ve sabır isteyen kararlı bir irâdenin mevcudiyeti şarttır. Kuşkusuz, çok soyut gibi görünen teorik düzeydeki bu mânevi sürecin, bir de pratik tezahürü söz konusudur. Esas itibariyle ahlâk ya da ahlâkîlik diye ifâde ettiğimiz husus da. bu amelî yöndür. Çünkü ahlâk denilen mefhum asıl itibariyle bir tutum, davranış ve tavır ortaya koymadır. Bu bakımdan, her ne kadar ortaya koyduğumuz fiillerin kökü, temeli, ruh dmtyamızda olsa dâhi, aslolan bu temelin dışa vurumudur. Buna göre, ortaya çıkan fiillerin niteliği de, nefsin ne kadar terbiye edildiğine bağlı 109 olmaktadır. Bu çerçevede, herhangi bir durum karşısında nefsi emmâre düzeyinde olan birinin vereceği tepkinin niteliği ile, nefsini kirliliklerden arıtarak mülhime, hele hele mütmâinne mâkâmma ulaşan bir başka kişinin, aynı durum karşısında vereceği tepkinin niteliği farklı olacaktır. Bu bakımdan, insanın iç dünyasındaki arınma, saflaşma ve niteliği; aynı zamanda insanın ferdî, sosyal, ailevî vb. hususlardaki nitelikleri ve güzellikleri anlamına gelmektedir. İnsanın iç dünyasındaki bu yansımalar, nefsin keyfiyetine göre, genel anlamıyla, "reziletler veya faziletler" şeklinde tezahür etmektedir. Buna göre, nefsini henüz terbiye etmemiş, emmâre düzeyindeki birinden; mideye düşkünlük, gıybet, yalan, şehvet veya öfke gibi tasvip edilmeyen kirli ve çirkin davranışlar neşet ederken; nefsini terbiye etmiş, irâdesini egemenliği altna almış, nefsi mülhime veya mütmâinne mertebesine ulaşmış insanlardan ise; sabır, şükür, samimiyet, cömertlik, tevazu gibi Allah'ın hoşnut olduğu, insanların ise kabulüne şayan iyi ve güzel davranışlar vücûda gelmektedir. Bu itibarla, insan davranışlarının niteliği tamâmiyle nefsin terbiye keyfiyetine göre oluşmaktadır. İnsanın ruhsal yönünü, mânevi kirliliklerden temizlemeye dayalı ahlâk anlayışı, büyük oranda ahlâk tarihinde de benimsenen bir usûldür. Düşünsel bir disiplin ve belli bir plan çerçevesinde, ilk ahlâkçı diyebileceğimiz Sokrates başta olmak üzere, Eflâtun, Aristo, İbn Miskeveyh, İhvânus-Safâ, Farâbî, Nasruddin et-Tûsî, Kmalızâde Ali Efendi gibi, ahlâk konusuyla yakînen alakadar olmuş pek çok düşünür, ahlâkî bir yapının teşekkül etmesi için, insanın iç dünyasının temizlenmesi gerektiği hususunda hemfikir görünmektedirler. Bu hususiyet ise, bu düşünürlerin farklı zaman ve zeminlerde yaşamış olmalarına karşın, bu konuyla ilgili olarak, yakın bir düşünce birliğinde buluşmuş olmaları, ahlâkın hem öz ve hem usûl bakımından evrenselliğine işaret etmektedir. Eşrefoğlu Rûmî'nin ahlâki disiplini de; adına, ister Sûfinin mistik tecrübeleri diyelim; isterse, hem amelî ve hem zihni bakımdan kritiğe kapalı sübjektif bir yaşam tarzı diyelim, insanın iç dünyasını kirliliklerden tasfiye etmeye dayalı, bahsettiğimiz tarihi çizginin önemli bir halkasını oluşturmaktadır.