Cilt:10 Sayı:02 (2021)
Permanent URI for this collection
Browse
Browsing Cilt:10 Sayı:02 (2021) by Issue Date
Now showing 1 - 12 of 12
Results Per Page
Sort Options
Item 20-35 Yaş Arası Bireylerde Fonksiyonel Besinlere Yönelik Tutum, Davranış ve Bilgi Düzeyinin Değerlendirilmesi(Ankara Üniversitesi, 2021) Esgin, Özge; Beslenme ve Diyetetik; Sağlık Bilimleri EnstitüsüAmaç: Bu çalışmanın amacı 20-35 yaş arasındaki bireylerin fonksiyonel besinlere yönelik farkındalığı, bilgi düzeyleri, tüketim sıklıkları ve ilişkili faktörlerin değerlendirilmesidir. Örneklem ve Yöntem: Çalışmaya Ankara’daki üniversitelerde öğrenim gören 20-35 yaş arası 434 kadın ve 166 erkek birey olmak üzere 600 birey dahil edilmiştir. Araştırma verileri yüz yüze anket yöntemi ile toplanmıştır. Anket formu demografik bilgiler, fonksiyonel besin genel bilgi düzeyi, fonksiyonel besinler ile ilgili davranış testi, Fonksiyonel Besinlere Yönelik Tutum Ölçeği, ORTO-15 Ölçeği bölümlerinden oluşmaktadır. Veriler SPSS Programı kullanılarak analiz edilmiştir. Bulgular: Çalışmaya katılan bireylerin yaş ortalaması 22.1±1.9 yıldır. Kadınların %10.8’i, erkeklerin ise %12.7’si ortorektik eğilimdedir (p=0.52). Katılımcılar tarafından fonksiyonel besinlerin en sık tercih edilme nedenleri; bu besinlerin sağlığa yararlı olması, zinde hissetmelerini sağlaması ve hastalıklardan korunmada etkili olmasıdır. Her gün en çok tüketilen fonksiyonel besin siyah çay (%79.7) iken katılımcıların çoğunluğu Ginsengi (%93.8) hiç tüketmediğini bildirmiştir. Çalışmaya katılan bireylerin çoğunluğu fonksiyonel besinlerin kendisini daha iyi hissetmesine yardımcı olduğunu, sağlıklı bir yaşam tarzı sürdürmeyi kolaylaştırdığını, aşırı tüketildiğinde zararlı olabileceğini, fonksiyonel besin tüketmenin sağlığı koruduğu düşüncesinin kendisine keyif verdiğini ve fonksiyonel besinleri tükettiğinde performansının arttığını ifade etmiştir. Fonksiyonel besinlerin tamamen gereksiz olduğu (p=0.02), bütünüyle hileli olduğu (p=0.03), sağlıklı bir insan için değer taşımadığı (p=0.007) ile ilgili ifadelere ortorektik eğilim gösteren bireylerde katılım oranı daha yüksektir. Sonuç: Katılımcılar fonksiyonel besinlerin faydası ve gerekliliği ile ilgili pozitif ifadeleri savunurken, fonksiyonel besine karşı güven ve fonksiyonel besinlerin güvenliği hakkında çelişkiye düşmektedir. Fonksiyonel besinlerin sağlığa katkısı konusunda sağlık profesyonelleri, kamu kuruluşları, gıda sanayi ve politika yetkilileri ile iş birliği yapılarak toplumun bilinçlendirilmesine destek verilmelidir.Item Diş Hekimliği Hizmetlerinde Hastaların Sağlık Kurumu Seçimini Etkileyen Faktörlerin Değerlendirilmesi(Ankara Üniversitesi, 2021) Gümüşok, Mustafa; Other; OtherAmaç: Bu çalışmanın amacı, ağız ve diş sağlığı hizmeti alan tüketicilerin, sağlık kuruluşu tercihi üzerinde etkili olan faktörleri belirlemek, başlıca etkili olan faktörlerin, tüketicilerin sosyo-demografik özelliklerine ait değişkenlere göre farklılaşıp farklılaşmadığını tesbit etmektir. Örneklem ve Yöntem: Bu doğrultuda Ankara’da faaliyet gösteren kamuya bağlı bir ağız ve diş sağlığı hastanesine tedavi için başvuran 411 hastaya anket uygulanarak gerçekleştirilmiştir. Çalışmaya 18 yaş ve üstü bireyler dahil edilmiştir. Verilerin analizinde SPSS 20.0 paket programından yararlanılarak, sonuçlar %95’lik güven aralığında, P<0.05 anlamlılık düzeyinde değerlendirilmiştir. Bulgular: Araştırma sonuçlarına göre, hastane seçimine etki eden en önemli faktörlerin başında tıbbi cihazların temiz olması, mahremiyete gösterilen saygı, kullanılan alanların temiz ve bakımlı olması, tedavimin doğru ve zamanında yapılması, her türlü diş hekimliği hizmetinin verilmesi, hekimin yeterince bilgi vermesi gelmektedir. Kullanılan alanların temizliğine kadın hastalar erkek hastalara göre daha fazla önem vermektedir (P<0.05). Sonuç: Son yıllarda ağız ve diş sağlığı hizmeti sunan kuruluş sayısındaki artış, hastaların eskisine göre daha bilinçli olması ve hastaya seçme hakkı tanınması gibi nedenler profesyonel sağlık çalışanlarının hastaların hastane tercihine etki eden faktörleri dikkate almasını zorunlu kılmaktadır.Item Orthorexic Tendencies, Sociodemographic Characteristics, and Nutritional Behaviors among University Students(Ankara Üniversitesi, 2021) Çağan, Özlem; Other; OtherAmaç: Bu araştırmanın amacı üniversite öğrencileri arasında ortoreksiya nevroza (ON) eğilimini ve ilişkili faktörlerin belirlenmesidir. Materyal-Metod: Kesitsel desende tasarlanan bu çalışma 816 öğrencinin katılımı ile tamamlanmıştır. ON eğiliminin değerlendirilmesi için Ortoreksiya Nervoza Ölçeği (ORTO-11), ilişkili faktörlerinin değerlendirilebilmesi için literatür bilgisi doğrultusunda hazırlanan yapılandırılmış soru formu kullanılmıştır. Bulgular: Öğrencilerin ORTO-11 ölçeğinden aldıkları ortalama puan 27.24±3.74’dır. Kadın öğrencilerde, sigara ve alkol tüketmeyenlerde, ambalajlı gıda alırken üzerindeki bilgilere bakanlarda, tükettikleri gıdaların organik olmasına özen gösterenlerde, fast-food türü yiyecek tüketmeyenlerde ve düzenli yemek yeme alışkanlığı olanlarda ON düzeyinin daha yüksek olduğu saptanmıştır (her biri için; p<0.05). Sonuç: Öğrencilerinin ON eğilimi olduğu, seçimi ve tüketimine ilişkin özelliklerin ON eğilimini artırdığı tespit edilmiştir. Ortoreksik bireylerin takıntılı endişelerinin belirlenmesi, hastalığın sınıflandırılmasında ve tanı kriterlerinin geliştirilmesinde faydalı olacaktır.Item Bağırsak ve Akciğer Mikrobiyotaları Arasındaki İlişki(Ankara Üniversitesi, 2021) Balcı, Çiğdem; Other; OtherMikrobiyota, insan vücudundaki çeşitli bölgelerde yaşayan ve organizmayla simbiyotik ilişki içinde olan bakteriler, virüsler, mantarlar ve parazitler gibi karmaşık mikroorganizma topluluklarını temsil etmektedir. Mikrobiyotanın bileşimi ve çeşitliliği her insana özel farklılık göstermekte; genetik, yaş, doğum şekli, coğrafi köken, beslenme, geçirilen hastalıklar ve antibiyotik kullanımı gibi koşullardan etkilenmektedir. İnsan vücudunda bulunan mikrobiyotanın geniş bir kısmının öncelikle sindirim sisteminde olmak üzere deri, ürogenital sistem ve solunum sisteminde yer almaktadır. Son on yılda mikrobiyota araştırmaları hız kazanmış ve insan vücudunda var olan mikrobiyal türlerin işlevleri hakkında önemli bilgiler kazanılmıştır. Mikrobiyota, hastalıkların oluşmasının engellenmesi ve bağışıklığın desteklenmesi konusunda önemli rol oynamaktadır. Bağırsak mikrobiyotası, organizma için temel savunma sistemlerinden biridir. Akciğerler de vücudun savunma sisteminin önemli bileşenidir. Solunum sisteminde bulunan mukus, hava yollarını nemli tutar ve solunan havadaki partikül ve mikroorganizmaları hapseder. Bağırsak ile akciğer mikrobiyotaları birbirlerine göre farklılık gösterseler de lenfatik sistem aracılığıyla çift yönlü etkileşim halindedirler. Bağırsak mikrobiyotasının, akciğer bağışıklığını olumlu yönde etkilediğine dair bilgiler bulunmaktadır. Viral solunum yolu hastalıklarının önüne geçilmesinde ve bu hastalıklarla savaşılmasında vücut mikrobiyota dengesine dikkat edilmelidir. Birey, bağışıklık sistemini güçlendirmek için devamlı aktif bir ilişki içerisinde olan bağırsak ve akciğer floralarını desteklemelidir. Akciğer mikrobiyotasının sağlığının korunmasına katkıda bulunmalı, kirli havadan ve sigaradan uzak durmalıdır. Bağırsak mikrobiyotasını destekleyecek şekilde sağlıklı bir beslenme planına uymalı, bunun yanında probiyotik ve prebiyotik takviyeleri ile kendine destek sağlamalıdır. Bu derleme; organizma için son derece önemli olan mikrobiyotayı, bunu şekillendiren faktörleri, akciğer ve bağırsak mikrobiyotlarının ilişkisini, solunum sağlığı ve hastalıklarında bağırsak mikrobiyotasının rolünü konu almaktadır. Derlemenin amacı, bu alanda yapılan çalışmaları ortaya koyarak mikrobiyotanın önemi vurgulamak ve bağırsak-akciğer eksenini detaylı olarak işlemektir.Item Türkiye’de 2003-2020 Yılları Arasında Basınç Yaralanmasına İlişkin Yapılan Hemşirelik Araştırmalarının İncelenmesi: Sistematik Derleme(Ankara Üniversitesi, 2021) Demircan, Burcu; Other; OtherAmaç: Bu çalışma basınç yaralanmasına ilişkin yapılan hemşirelik araştırmalarının incelenmesi amacıyla gerçekleştirildi. Gereç-yöntem: Sistematik inceleme metoduyla yapılan bu çalışma 06.01.2021-22.02.2021 tarihleri arasında YÖK Ulusal Tez Merkezi (n=44), Google Scholar (n=2320) ve PubMed (n=772) veri tabanlarında 2003-2020 yılları arasında yayınlanan, basınç yarasına ilişkin yapılan hemşirelik araştırmaları (n=3136) incelenerek gerçekleştirildi. Dışlanma kriterleri uygulandıktan sonra (tekrarlı yayınlar, hemşirelik dışı araştırmalar, orjinal araştırma niteliği taşımayan yayınlar) elde edilen araştırmalar (n=113) çalışmanın örneklemini oluşturdu. Çalışmadan elde edilen veriler SPSS 25 programı kullanılarak analiz edildi ve elde edilen bulgular yüzde ve sayı ifadeleri ile tablo ve grafikler şeklinde sunuldu. Çalışma raporunun yazılmasında PRISMA protokolü kullanıldı. Bulgular: Örneklemden elde veriler doğrultusunda çalışmaların %23 oran ile en fazla 2019 yılında gerçekleştirildiği ve %58.4’ünün araştırma çalışması olduğu, araştırmacıların %85.8’inin Devlet Üniversitelerine bağlı olduğu, çalışmaların %69’unda tanımlayıcı tip araştırma tasarımının kullanıldığı ve %61.9’unda örneklem grubunun hastalardan oluştuğu, çalışmaların bağlı bulunduğu Anabilim Dallarının %41.6’sını Hemşirelik Anabilim Dalı’nın oluşturduğu, çalışmaların %66.4’ünde bir ölçek kullanıldığı ve kullanılan ölçekler içerisinde %43.4 oran ile en fazla Braden Risk Değerlendirme Ölçeği’nin yer aldığı sonucuna varıldı. Sonuç: Örneklem verilerine göre ülkemizde basınç yarasına ilişkin yapılan hemşirelik araştırmalarının sayısı giderek artmasına rağmen bu çalışmaların çoğunluğunun tanımlayıcı nitelikte olduğu, hemşirelik bakımına katkı sağlayacak deneysel çalışmalarda henüz istenilen düzeye ulaşılamadığı görülmektedir. Bu nedenle basınç yaralanmasının önlenmesine yönelik kanıt temelli hemşirelik uygulamalarına yön verecek hemşirelik araştırmalarının yapılması desteklenmelidir.Item Determination of the Effectiveness of Physiotherapy Techniques after Coronary Artery Bypass Graft Surgery(Ankara Üniversitesi, 2021) Hüzmeli, İrem; Other; OtherObjective: The aim of this study was to investigate the effects of incentive spirometer on respiratory muscle strength, exercise capacity and hemodynamic responses after CABG surgery. Methods: Between June 2017 and December 2018, a total of 35 patients underwent CABG surgery were included this prospective randomized controlled study. Patients divided into incentive spirometer (IS) group and physiotherapy (PT) group. All patients received standard physiotherapy postoperatively. In addition, IS group received volume-oriented incentive spirometer. Respiratory muscle strength (mouth pressure device) on 2nd and 5th postoperative day, exercise capacity (6-min.walking test (6-MWT)) on 3rd postoperative day, before and immediately after physiotherapy on the first post-operative day blood gases were assessed. Results: Demographic characteristics of the groups were similar in both groups. Statistically significant increases in maximal inspiratory pressure (MIP), maximal expiratory pressure (MEP), %MIP and %MEP values were observed in both two groups (p<0.05) but there was no statistically significant difference between the groups (p > 0.05). There were no significant differences in 6 MWT parameters between PT and IS group (p > 0.05). No significant difference was found in arterial blood gas values on first postoperative day in both groups (p > 0.05). Conclusion: Respiratory muscle strength improved and blood gas values maintained in both groups. There was no superiority of IS combined with PT in increasing respiratory muscle strength and in maintaining arterial blood gas results after CABG surgery. IS combined with physiotherapy could be used safely from the early period after cardiac surgery.Item Onkolojide Fertilitenin Korunması Ölçeği’nin Türkçe’ye Uyarlanması: Geçerlik ve Güvenirlik Çalışması(Ankara Üniversitesi, 2021) Kaydırak, Meltem Mecdi; Other; OtherKadın ve erkeğin üreme kapasitesinde ve doğurganlığında azalma riski oluşturabilecek her durum fertilitenin korunması için bir endikasyon oluşturur. Amaç: Bu araştırmada Onkolojide Fertilitenin Korunması Ölçeği’nin (OFKÖ) geçerlik ve güvenirliğinin yapılarak Türk diline uyarlanması amaçlandı. Örneklem ve Yöntem/Gereç ve Yöntem: Metodolojik olarak gerçekleştirilen çalışmanın örneklemini üç tıp fakültesi hastanesi ve bir özel hastanede çocukluk, ergenlik ve üreme çağındaki kadın ve/veya erkek kanser hastalarının gonadotoksik tedavi öncesi bakımında görev alan 236 hemşire oluşturdu. Ölçeğin geçerlik ve güvenirliğini sınamak için kapsam geçerliği, yapı geçerliği, madde analizi, açıklayıcı ve doğrulayıcı faktör analizleri ile iç tutarlılık katsayısı kullanıldı. Bulgular: OFKÖ’nin Kapsam Geçerlik İndeksi 0.80 - 1.00 arasında değiştiği ve Kapsam Geçerlilik Oranı 0.95 olarak belirlendi. Ölçeğin 12 maddelik halinin madde toplam puan korelasyonları 0.45 - 0.86 arasında değiştiği belirlendi. Ölçeğin Cronbach α güvenirlik katsayısı 0.71 ve alt boyutlarda 0.55 - 0.94 arasında değiştiği saptandı. Uyum iyiliği istatistiklerinde ise ölçeğin yeni yapıyı (üç alt boyut: Özgüven, Farkındalık, Engeller) doğruladığı belirlendi. Sonuç: Geçerlilik ve güvenirlik analizlerine göre, bu ölçeğin, hemşirelerin yeni tedavisi başlayan kanser hastalarının fertilitenin korunmasına yönelik engellerin ve yarar algısını ölçen geçerli ve güvenilir bir ölçek olduğu bulundu.Item Ebelik Öğrencilerinin Klinik Uygulamalardaki Empati ve Post-Travmatik Stres Düzeyleri(Ankara Üniversitesi, 2021) Akyol, Yasemin Erkal; Other; OtherAmaç Ebelik öğrencileri klinik uygulamalar sırasında birçok travmatik olay gözlemlemekte ya da tanık olmaktadır. Bu durum öğrencilerde duygusal travmalara neden olmaktadır. Bu çalışmada, ebelik öğrencilerinin klinik uygulamalarda empati algısının ve travma sonrası stres bozukluğu düzeylerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem Araştırmanın evreni bir devlet üniversitesinin ebelik bölümü öğrencileridir (n=288). Çalışmada tam sayım örnekleme yöntemi ile tüm öğrencilere ulaşılması hedeflenmiştir. Araştırmaya gönüllü olarak katılmayı kabul eden 2., 3. ve 4. sınıf ebelik öğrencilerinden 275 lisans öğrencisi örnekleme alınmıştır. Çalışmada veri toplama aracı olarak “Kişisel Bilgi Formu”, “Empati Düzeyi Belirleme Ölçeği” ve “Travma Sonrası Stres Bozukluğu Kısa Ölçeği” kullanılmıştır. Bulgular Öğrencilerin yaş ortalaması 20.56±1.61 ve genel akademik ortalaması 2.70±0.46 olarak belirlenmiştir. Çalışmamızda öğrencilerin %18.4’ünün yüksek kan basıncı, ateş, konvülsiyon, %11.4’ünün anne veya bebek ölümü, %11’inin postpartum kanama, %10.1’inin de malpozisyon ve malprezentasyonlar gibi klinik vakaları gözlemlediği belirlenmiştir. Öğrencilerin Empati Düzeyi Belirleme Ölçeği toplam puan ortalaması 49.39±7.61, ölçeğin alt boyut puanları incelendiğinde; sırasıyla sosyal beceri ortalaması 14.28±2.39, duygusal tepki ortalaması 16.29±2.82, bilişsel empati ortalaması 18.81±3.59’dur. Travma Sonrası Stres Bozukluğu Kısa Ölçeğinin puan ortalaması 13.69±6.92 olarak tespit edilmiştir. Öğrencilerin %5.8’inde travma sonrası stres bozukluğu olduğu saptanmıştır. Sonuç Sonuç olarak çalışmada eğitim yılı arttıkça travma düzeyinin arttığı, ancak travma olan ve olmayan öğrencilerin empati düzeyleri arasında fark olmadığı bulunmuştur. Öğrencilerin klinik uygulamalar sırasında psikolojik olarak etkilenebilecekleri göz önünde bulundurulmalıdır.Item COVID 19 Pandemi Sürecinde Ergenlerin E-Sağlık Okuryazarlık Düzeylerinin Çeşitli Değişkenler Açısından İncelenmesi(Ankara Üniversitesi, 2021) Üstündağ, Alev; Other; OtherAmaç: Araştırmada ergenlerin e-sağlık okuryazarlık düzeylerinin çeşitli değişkenler açısından incelenmesi amaçlanmıştır. Örneklem ve Yöntem: Bu araştırma nicel araştırma deseniyle oluşturulmuş olup, araştırmada betimsel tarama modeli kullanılmıştır. Araştırmanın örneklem grubunda 103 ergen yer almaktadır. Araştırma verileri Adolesanlarda e-Sağlık Okur-Yazarlığı Ölçeği ve Kişisel Bilgi Formu kullanılarak elde edilmiştir. Verilerin analizi için frekans analizi, Mann Whitney U testi ve Kruskall Wallis testleri yapılmıştır. Farkın hangi gruptan kaynaklandığını belirleyebilmek için Tamhane post hoct testi yapılmıştır. Bulgular: Araştırma sonucunda ergenlerin e-sağlık okuryazarlığının orta düzeyde olduğunu belirlenmiştir. Cinsiyet açısından değerlendirildiğinde ergenlerin e-sağlık okuryazarlık düzeylerinin cinsiyete göre kız öğrencilerin lehine anlamlı şekilde farklılaştığı belirlenmiştir. Yaş açısından değerlendirildiğinde ergenlerin e-sağlık okuryazarlık düzeylerinin yaşa göre farklılaşmadığı belirlenmiştir. Sınıf düzeyi açısından değerlendirildiğinde ergenlerin e-sağlık okuryazarlık düzeylerinin 12. sınıf lehine anlamlı şekilde farklılaştığı belirlenmiştir. Devam edilen okul türü açısından değerlendirildiğinde ergenlerin e-sağlık okuryazarlık düzeylerinin Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi lehine anlamlı şekilde farklılaştığı belirlenmiştir. Sonuç: Ergenlerin e-sağlık okuryazarlık düzeylerinin orta düzeyde olması bu konuda desteklenmeleri gerektiğini ortaya koymaktadır. Halihazırda sunulan kaynaklarının ergenlerin bilgi düzeyleri açısından yeterli olmadığı düşünülmektedir.Item Doğum Deneyiminin Erken Postpartum Dönem Depresyon Riski İle İlişkisi(Ankara Üniversitesi, 2021) Bilgiç, Dilek; Other; OtherAmaç: Araştırmanın amacı doğum deneyiminin erken postpartum dönemde görülebilecek depresyon riski ile ilişkisini belirlemektir. Örneklem ve Yöntem: Araştırma kesitsel olarak gerçekleştirildi. Örneklemi Sivas Numune Hastanesi Doğum Sonu Servisi ve Kadın Doğum Ameliyat Servisi’nde yatan 220 lohusa kadın oluşturmuştur. Veriler “Kişisel Bilgi Formu”, “Edinburgh Postpartum Depresyon Ölçeği (EPDÖ)”, “Wijma Doğum Beklentisi/Deneyimi Ölçeği B Versiyonu (WDBDÖ)” ile toplanmıştır. Bulgular: Lohusaların yaş ortalaması 27,03±5,50 dır ve %47’sine doğumda epizyotomi uygulanmıştır. Lohusaların, %10,8’i anemik, %32,2’si kendini gebeliğe hazır hissetmeden gebe kalmış ve %27’si gebeliği planlamamıştır. Lohusaların WDBDÖ-B Versiyonu ve EPDÖ puan ortalaması sırasıyla 103,30±25,84; 6,23±5,06 dır. Lohusaların %78,2’sinin WDBDÖ-B puanı 85 ve üzerinde olup klinik derecede doğum korkusu yaşamakta ve %87,7’sinin EPDÖ puanı 12 ve altında olup depresyon riski bulunmamaktadır. Lohusaların WDBDÖ-B ile EPDÖ puan ortalamaları arasında pozitif yönlü anlamlı ilişki saptanmıştır (r=0,333, p=0,001). Lohusaların bazı sosyodemografik özellikleri (eğitim durumu, çalışma durumu ve bebeğin cinsiyeti) ile EPDÖ puan ortalaması arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmıştır (p<0.05). Sonuç: Çalışmamızda lohusaların çoğunluğunun klinik derecede doğum korkusu yaşadıkları saptanmıştır. Doğum korkusu arttıkça postpartum depresyon gelişme riskinde artış belirlenmiştir. Bu nedenle yaşanan doğum korkusu şiddetinin depresyon riskini artırabileceği sonucuna varılabilir. Ebe/hemşire, gebelerin doğum korkusunu mümkün olduğu kadar gidererek olumlu bir doğum deneyimi yaşamalarını sağlamalıdır.Item Doğum Sonu Annelere Verilen Taburculuk Eğitiminin, Taburculuğa Hazır Oluşluk Düzeyine Etkisi(Ankara Üniversitesi, 2021) Küçükkaya, Burcu; Other; OtherAmaç: Bu çalışmada, doğum sonu annelere verilen taburculuk eğitiminin, taburculuğa hazır oluşluk düzeyine etkisinin incelenmesi amaçlanmıştır. Gereç-Yöntem: Randomize kontrollü olarak yürütülen bu çalışma Şubat-Aralık 2020 tarihleri arasında, bir Üniversitenin Tıp Fakültesi Hastanesi ile bir Devlet Hastanesinin Doğum Servisi’nde gerçekleştirilmiştir. Eğitim grubu n=105 ve Kontrol grubu n=105 olmak üzere toplam 210 anne üzerinde çalışma yürütülmüştür. Çalışmaya katılmaya gönüllü annelere literatür incelenerek hazırlanan bir anket formu ile Hastane Taburculuğuna Hazır Oluşluk Ölçeği-Yeni Doğum Yapmış Anne Formu (HTHÖ-YDAF) uygulanmıştır. Randomizasyon yöntemine göre belirlenen eğitim grubuna doğum sonu taburculuk eğitimi (doğum sonu dönem bakımı, emzirme ve anne sütü, yenidoğan bebek bakımı eğitim kitapçıkları eşliğinde verilen eğitim) verilmiş olup diğer gruba ise eğitim verilmemiştir. Eğitim ve kontrol gruplarına taburcu olmadan önce HTHÖ-YDAF tekrar uygulanmıştır. Bulgular: Taburculuk eğitimi alan grubun yaş ortalaması 28,3 ± 5,6, kontrol grubunun 28,4 ± 5,6’dir (p=0,951). Eğitim grubunun, eğitim öncesi ve sonrası HTHÖ-YDAF ölçeği toplam ve alt boyut puan ortalamaları ile kontrol grubunun başlangıç ve taburculuk öncesi HTHÖ-YDAF ölçeği toplam ve alt boyut puan ortalamaları arasında anlamlı fark bulunmuştur (p<0.001). Buna göre, taburculuk eğitimi sonrası eğitim grubunun hastaneden taburculuğa hazır oluşluk düzeylerinin arttığı saptanmıştır. Gruplar arasında HTHÖ-YDAF ölçeği toplam ve alt boyut puan ortalamaları puan farkları arasında anlamlı fark bulunmuştur (p<0.001). Kontrol grubunun başlangıç ve taburculuk HTHÖ-YDAF ölçeği puanının (taburculuğa hazır oluşluk düzeylerinin) azaldığı, eğitim grubunun ise arttığı tespit edilmiştir (p<0.001). Sonuç: Doğum sonu hastaneden taburcu olmadan önce annelere verilen doğum sonu dönem bakımı, emzirme ve anne sütü, yenidoğan bebek bakımı eğitimleri annelerin taburculuğa hazır oluşluk düzeyini artırmıştır. Hemşire ve ebeler tarafından yeni doğum yapan annelere taburculuk öncesi eğitim verilmesi önerilmektedir.Item Metastatik Over Kanseri Tanısı Alan Hastada Tedavi Sürecine Uyumun Roy Adaptasyon Modeline Göre İncelenmesi: Bir Olgu Sunumu(Ankara Üniversitesi, 2021) Bükecik, Esra; Other; OtherAmaç: Çalışma, metastatik over kanseri tanısı alan hastanın hemşirelik bakım sürecinin Roy Adaptasyon Modeli (RAM)’ne göre değerlendirilmesi amacıyla planlanmıştır. Yöntem: Hastaya ilişkin veriler, kurum izni ve hastadan yazılı onam alındıktan sonra jinekoloji veri toplama formu ile elde edilmiştir. Hastanın hemşirelik bakımının planlanmasında Kuzey Amerika Hemşirelik Tanıları (NANDA) sınıflama sistemi, Hemşirelik Tanıları ve Hemşirelik Grişimleri Sınıflaması (NIC) kullanılmış ve hemşirelik bakımı RAM’e göre değerlendirilmiştir. Olgu sunumu: Hasta karında asit, dolgunluk, ağrı nedeniyle hastaneye başvurmuştur. Yapılan tetkikler sonucunda evre IV ile uyumlu metastatik over kanseri belirlenmiş ve cerrahi tedavi uygulanmıştır. Hasta iki yıldır kemoterapi almaktadır. Sonuç: Over kanserinde tanı, tedavi, bakım süreci ve yönetimi ve tedaviye uyumun değerlendirilmesi oldukça önemlidir. Çalışmamızda RAM’in over kanseri tedavi sürecindeki hastalarda bakımın yönünün belirlenmesi açısından kullanılabilir olduğu düşünülmüştür.